Silahların susması toplumu ne kadar rahatlattıysa, bunun gereğini yapmama beklentisi de o kadar korkutuyor.
Acaba seçimlere kadar uzatılan
ateşkes süreci, eskisi gibi boşa mı geçecek yoksa yeni bir toplumsal barışın başlangıcı mı olacak? Bu soruyu Cumhurbaşkanı Gül'e sorduk.
Cumhurbaşkanı Gül, Londra'ya Kraliçe 2'nci Elizabeth'ten
Chatham House Ödülü'nü almak için, eşi
Hayrünnisa Gül ve aralarında milletvekili, akademisyen ve gazetecilerin de bulunduğu bir grupla "Ana" uçağındaydı.
Gül, uçakta ateşkes sürecinden yargı ve YÖK atamalarına, asker
sivil ilişkilerine kadar birçok konuda önemli açıklamalar yaptı.
Kürt meselesinin
demokratikleşme ile çözümü ve ateşkes sürecinin devamı için "iyimser" olduğunu söyledi.
Ayrıntıları haber sayfalarında bulacaksınız ama o konu konuşulurken Cumhurbaşkanı, önemli bir noktanın altını çizdi: "
Türkiye'de güçlü bir (sivil) siyasi irade olduğuna inanıyorum."
Bir başka önemli konu da çok tartışılan yargıda ve YÖK'e yapılan atamalardı. Cumhurbaşkanı, atamalara ilişkin "Haksızlık yapılıyor" dedikten sonra sözü daha derin bir soruna getirdi.
Yargının dışa kapalı oluşuna... Ona göre, yargıdaki sıkıntıların bir nedeni de "dış dünyaya" kapalı olmasıydı.
Uçakta eşi
Hayrünnisa Gül dışında az sayıda davetli vardı. Milletvekilleri Nursuna
Memecan, Atilla Koç, M. Sait Dilek, akademisyenler Prof. İlter Turan, Prof.
İhsan Dağı, Prof. İhsan Bal, gazeteciler Hasan
Cemal,
Fehmi Koru,
İsmet Berkan, İsmail Küçükkaya,
Amberin Zaman, İsmail Yuvacan ve
Tarık Toros.
Cumhurbaşkanı, önce tek tek konukların elini sıkıp kısa da olsa sohbet etti. Sıra bize gelince
Twitter merakını bildiğim için haber kanallarındaki
tartışmaları izleyip izlemediğini sordum. Vakit buldukça önemli konulardaki tartışmaları kaçırmadığını söyledi. Bu arada SKYTürk'te CHP'li gazeteci yazar Enver Aysever'le yaptığımız programa ilişkin de güzel şeyler söyledi: "Orada, gerilim üzerinden değil olgular üzerinde bir tartışma yapıyorsunuz. Olması gereken bu..."
Cumhurbaşkanı Gül'le gazetecilerin bir araya gelmesiyle ilgili de bir tespiti paylaşmam gerekiyor. Bu tür toplantılarda
teamül gereği herkes birbirinin soru sormasına olanak veriyor. Ama bu kez neredeyse Hasan Ağabey (Cemal) sordu Cumhurbaşkanı cevapladı. Biz de arada bir devreye girdik.
Medya "duayeni" olmak kolay değil.
Bu bir
Mahsun Kırmızıgül filmi
Mahsun Kırmızıgül'ün son filmi
New York'ta Beş Minare'yi seyretmeye giderken aklımın bir yerinde şu soru vardı: Acaba artık Kırmızıgül sinemasından söz etmek mümkün mü?
İşin uzmanları ne der bilmiyorum ama ben bir sinema izleyicisi olarak filmi izlerken, aynen şöyle düşündüm: "Bu bir Mahsun Kırmızıgül filmidir."
Birkaç konunun iç içe geçtiği bir film New York'ta Beş Minare...
İslam eksenli şiddet içeren yapılar da var, şiddete karşı çıkan "hoşgörü" yü öne alan cemaatler de... Kan davası da yurtdışında yaşamak zorunda kalan
göçmenler de... Tabii işin içinde Amerika'nın İslam'a bakışı, Türkiye'deki polis teşkilatının çalışması ve değişimi de... Ama tüm bunlar işlenirken, Türkiye sineması adına bir başka önemli çabaya daha
imza atılıyor. Gerçekten Hollywood'u aratmayan bir görsel
şölen, aksiyon ve heyecan sunuluyor izleyiciye...
İşi sadece insana değer vermek olan bir cemaat lideri etrafında Bitlis'ten
İstanbul'a oradan da New York'a uzanan etkileyici bir öykü anlatılıyor.
İnsan zaman zaman geriliyor zaman zaman da gözyaşlarına hâkim olamıyor. Görüntüsü, kurgusu ve oyunculuklarıyla göz dolduran film, Türkiye sinemasının çıtasını hayli yükseğe çıkartıyor.
Tüm bunları başaran bir film, kahramanlarını ABD'de
İngilizce, İstanbul'da
Türkçe konuştururken Bitlis'te
yaşlı bir Kürt kadınını
Kürtçe değil de kırık bir Türkçeyle konuşturması insanı şaşırtıyor. Neden acaba?
O yaşlı kadının Kürtçe konuşması filmi zayıflatmaz tam aksine zenginleştirirdi.
Hareketli, tempolu ve muhteşem New York, İstanbul görüntüleriyle bir Mahsun Kırmızıgül filmi izlemek istiyorsanız New York'ta Beş Minare'yi kaçırmayın...