Taksim'deki canlı
bombanın patlamasından tam 11 gün önce
Danimarka'da çok önemli bir
dava vardı. Dava, yıllardır
Avrupa'dan yayın yapan
terör örgütünün televizyonu Roj TV hakkındaydı.
Türkiye'nin sayısız girişimleri sonucu
Kopenhag Başsavcılığı, nihayet Roj TV'nin yayınlarının durdurulmasını ve bağlı şirketin tüm mal varlığına el konulmasını istemişti.
Ağustos ayında açılan dava çerçevesinde hazırlanan iddianamede, bu televizyonda yayınlanan
röportajlar ve
çatışma görüntüleri delil gösterilerek, kanalın PKK'ya katılımı
teşvik ettiği belirtiliyordu. "Roj TV, PKK'nın sözcülüğünü yapmaktadır" diyen
savcılık, incelenen son 4 yıllık yayın döneminde, defalarca örgüt sempatizanları ve liderleriyle röportaj yapıldığını ifade ediyordu.
Savcı, Danimarka ceza yasasının suç işlemek amacıyla örgüt kurmayı yasaklayan 114. maddesinin a, b, c ve d bentlerinin ihlal edildiğini hatırlatarak, yayın ruhsatının iptalini ve yayınların hemen durdurulmasını istiyordu.
Türkiye'nin Roj TV'nin kapatılması talebiyle Danimarkalı adli mercilere gönderdiği 26 delil dosyası da deliller arasındaydı. Eski Roj TV Genel Müdürü Manouşehr Zonoozi'nin kamuoyuna açıkladığı ve televizyonun
terör örgütüyle bağlantısını kanıtlayan
ses kayıtları da hâkimlerin önüne konulmuştu.
Bir NATO müttefiki olan Türkiye'nin başbakan düzeyinde yaptığı girişimlere ve savcının ortaya koyduğu bunca delile rağmen
mahkemenin kararı şöyle oldu: "Hesaplara el konulmasını gerektirecek hiçbir hukukî neden yoktur."
Vedat Acar'ın, yayınlanan bir
müzik klibine yerleştirilen şifreden talimat alarak Taksim'i kana bulamasından tam 11 gün önce mahkeme, televizyonun toplumun yardımları ile çalıştığına ve bunun terörizmle bir ilgisinin bulunmayacağına hükmetmişti. Mahkemeye göre, bu kanalın diğer televizyonlar gibi işleyen bir basın kuruluşu idi. Avukatlar, hesaplar üzerindeki
dondurma kararı sürerse yayın faaliyetlerinin yürütülemeyeceğini söyleyince, mahkeme başkanı yüksek mahkemede görülecek davaya kadar Roj TV hesapları üzerindeki dondurmanın devam edip etmeyeceğine ilişkin kararını yazılı olarak bildireceğini duyurdu.
Avukatın keyfine diyecek yoktu. Destek için mahkeme önünde birikenlere seslenirken, "Müjdeler olsun, davayı kazandık" diyordu.
Şimdi çok merak ediyorum, acaba terör örgütü bağlantısını ortaya koyan bunca açık delile rağmen bu yönde karar veren Danimarkalı yargıçlar, Taksim'deki
canlı bomba haberini duyunca ne hissettiler? Üzüntü ve pişmanlık mı duydular, yoksa yine hiç üzerlerine almadılar mı?
Acaba Danimarka'nın, Fransa'nın veya Almanya'nın en ünlü meydanındaki bir terör saldırısının talimatı, Türkiye'de yayın yapan bir televizyondan gitseydi, Avrupa'nın tepkisi ne olurdu? Hele bu televizyon, yıllarca her seviyede yapılan uyarıya rağmen en üst düzeyde müsamaha ile korunmuş ve yayınlarına ses çıkarılmamış bir kanal olsaydı, bu terör saldırısına
hedef olanların Türkiye hakkındaki kanaati ne olurdu?
Maalesef Avrupa'nın bu konudaki çirkin yaklaşımı yeni değil. Bundan birkaç yıl önce terör örgütünün kasası olarak nitelenen Rıza Altun, gözaltında tutulduğu Paris'ten elini kolunu sallayarak Viyana'ya kadar gelmiş, oradan da yetkililerin gözleri önünde tarifeli uçakla Erbil'e uçmuştu.
Sabancı cinayetinin zanlılarından Fehriye Erdal'ın
Belçika adaleti tarafından bir türlü Türkiye'ye iade edilmemesi skandalı hâlâ hafızalarda.
Taksim saldırısı üzerine
Başbakan Erdoğan, bu gerçeğe bir daha
parmak bastı. Bazı Avrupa ülkelerinin terör örgütüyle bağlantıları ispatlanan
dernek,
vakıf ve medya kuruluşlarının faaliyetlerine müsaade ederek teröre dolaylı ya da doğrudan
destek vermekle suçladı ve ekledi: "Yarın terörün kökü kazındığında belki yaşanan acıları unutabiliriz. Ama yalnız bırakılmışlığı unutmayıp affetmeyeceğimizi ve tarihî hafızamızdan bunun izlerini hiç silmeyeceğimizi ve silinmeyeceğini özellikle belirtmek istiyorum." Yukarıdaki acı tablo karşısında, Avrupa daha somut ve daha ağır tepkiyi hak etmiyor mu?