Memleket futbolunu takip eden herkes bilir.
Eğer bir kulüp başkanı veya yöneticisi çıkıp “
teknik direktörümüzün arkasındayız” minvalinde açıklama yaparsa sözkonusu şahsiyetin bileti kesilmiştir, yani gidicidir.
Memleketin kronik sorunlarında da benzer bir vaziyet oluştu son zamanlarda.
Eğer iktidarıyla muhalefetiyle herkes “sorunu halledelim” filan diyorsa, artık öğrendik ki üç vakte kalmadan gerilim daha da tırmanacak demektir.
Nitekim başörtüsünde de,
Kürt sorununda da
referandum sırasında başlayan çözüm ümitleri rüzgâr gibi geçti.
Artık Adana’da 29
Ekim Resepsiyonu’nda karşılarında başörtülüleri görünce arka kapıdan nasıl kaçacağını şaşırmış askerlerin fotoğrafına bakıyoruz.
Hemen arkasından televizyonlar
Taksim Meydanı’ndaki canlı
bomba saldırısının haberini vermeye başlıyor.
Hem de tesadüf bu ya, tam da
PKK’nın eylemsizlik sürecinin bittiği gün.
Sabah sabah içim sıkılıyor içim...
Nedir yahu içimin günahı?
Biraz da dışım sıkılsın...
Bunun için de
gazete ve televizyonlarda gördüğüm tabloyu size de göstermem lazım.
Bakın şimdi, bir yanda Türk ordusu 25 senedir PKK ile savaşıyor, ama yenemiyor.
Öte yanda aynı ordunun komutanları Cumhurbaşkanı’nın eşi başörtülü diye Çankaya’daki
29 Ekim Resepsiyonu’na gitmeyip kendi bayramlarını kutluyorlar.
Adana’daki
resepsiyonda olanları yukarıda yazmıştım ya, diyorum ki PKK’lı kadın militanların yerinde olsam başörtüsü takıp şansımı denerdim.
Bizim subaylar onları başörtülü görünce ânında cepheyi boşaltıp oradan uzaklaşabilirler çünkü.
Her neyse, yurttan resepsiyon manzaralarına devam edelim...
Erzincan’da eşi başörtülü olan Ak Parti’li Belediye Başkanı ve diğer partililer, “sıkıntı” olur diye ayrı bir salona alınmışlar.
Kayseri’deki 29 Ekim Balosu’nda dev bir
Cumhuriyet Pastası getirilmiş.
Ancak çok mühim bir sorun çıkmış.
Çünkü üzerinde Türk bayrağından bir
Türkiye haritası varmış.
Garnizon Komutanı tümgeneral “Ben bayrağı kesmeye kıyamam” deyip pastayı kesmemiş. Böylece devletin pastasıyla bölünmez bütünlüğü korunmuş...
Balyoz soruşturmasından tanıdığımız
emekli Orgeneral Çetin Doğan, Bodrum’daki Cumhuriyet Balosu’nda şıkır şıkır oynamış ama mesajını sarkıtmayı da
ihmal etmemiş: “İkinci
Kurtuluş Savaşı verme heyecanı yüreğimizde...”
Yettiğini düşünüp burada kesiyor ve basit bir soru sormak istiyorum: Bu mudur şimdi çok iyi yetiştirilen, çağdaş Türk subayı? Bu mudur yani o meşhur
kurmay mantığı?
Hadi hepsini geçtim, sağlıklı bir ruh hali midir üç tane başörtülü kadın görünce öcü görmüş misali olmak?
Hani şu “Cumhuriyet hep
genç kalacak” klişesi var ya...
Diyorum ki müsaade etseler, biraz yaşlansa da olgunlaşıp aklını başına devşirse.
Yoksa korkarım ki, hep genç kalmak yerine hep
hasta kalacak.
1930
model modernler
Herkesin yalan olduğunu bildiği bir yalanı gönül rahatlığıyla söylemek enteresan bir duygu olsa gerek.
Kılıçdaroğlu’nun Çankaya’daki 29 Ekim Resepsiyonu için yaptığı açıklama tam da bu kapsama giriyordu: “Resepsiyona katılmama kararımın hanımefendinin başörtüsüyle hiçbir ilgisi yoktur.”
Oldu, biz de inandık.
Bu sözlere inanan tek kişi var mı acaba?
İyi de hani Kılıçdaroğlu “Size asla yalan söylemeyeceğim” vaadinde bulunmuştu genel başkan olduğunda?
Resepsiyon konusundaki tutarsız hareket tarzıyla CHP’yi değiştirmesinden umutlu olanları bir kez daha hayalkırıklığına uğrattı.
Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç demiş ki “Bu resepsiyon ve
türban konusunda söyledikleri CHP’nin hâlâ 1930’lu yıllardaki gibi gözünün askerde, kulağının
Yargıtay Başsavcısı’nda olduğunu gösteriyor.”
“Endişeli modernler”e bir kardeş geldi aklıma bu açıklamayı okuyunca: “1930 model modernler.”
Fakat CHP’ye kötü bir haberim var.
Onlar sık sık unutmayı
tercih etseler de, her gün baktığım duvardaki Saatli Maarif Takvimi 2010 yılında olduğumuzu gösteriyor.
Bu nedenle dostça bir hatırlatma: Takvimlerinizi 80 yıl ileri almayı unutmayın!
***
İçimde kalmasın notu: Yerim doldu ama yazmasam olmaz. Çankaya’daki resepsiyonla ilgili köşe yazılarında dekorasyon, kıl, tüy gibi bahanelerle hâlâ eski Cumhurbaşkanı Sezer’e çakmaya çalışmak
komik oluyor. Bırakalım artık bu işleri...