Türkiye'de insanlar hemen her konuda birbirinden farklı düşünebilir de hepimizi birleştiren nâdir ortak değerlerin en başında
Cumhuriyet gelir. Kendimizi nasıl tanımlıyor olursak olalım, Cumhuriyet'i içine sindiremeyenimiz pek yoktur;
Osmanlı'yı sevenlerimiz, hatta Osmanlı Hanedanı üyeleri dahil... Cumhuriyet
Bayramı da, bu sayede, hepimizin bayramıdır.
Bu yıl ayrıştırma noktasına getirilen, tavır almaya zorlandığımız, 'Senin-benim kavgası' haline dönüştürdüğümüz
Cumhuriyet Bayramı...
Törenler sırasında yan yana durmaları gereken parti liderlerinin birbirlerini görmezden geldiği, bir çift nezaket cümlesini yek diğerinden esirgediğini gösteren fotoğraf, 'Cumhuriyet' sözcüğünün akıllara düşürmesi beklenebilecek bütün görüşlere tersti.
Liderlerin son günlerde yaptıkları konuşmalar hiç de nazik değildi, bunu biliyoruz. Toplumdaki yumuşama ve iyi geçinme arzusuna ters bir gelişme bu. Partiler elbette farklı görüşleri temsil ediyorlar, her partide diğerini dışlayan özellikler de bulunuyor. Ancak partilerin hepsinde ortak bir
damar olmak zorunda; ülkeye
hizmet damarı... İktidardaki partinin yaptıklarını beğenmeyebilir, en sert biçimde eleştirebilir muhalefet partileri; ancak
halk oyunu büyük çapta kendisine yöneltene kadar, sandığın iradesine saygı göstermeyi de bilmeli.
Siyasetçiye saygısızlık halka saygısızlık demektir; halkın oyuyla yürütülen bir uğraş dalını sürdürenlerin en fazla kaçınmaları gereken nokta da budur.
Daha önce de başka bir vesileyle hatırlatmıştım: Tepedekilerin iyi geçinmediğini gören parti tabanları birbirlerinin gözünü oymaya, hiçbir şey yapamıyorlarsa, kahvehanelerini -hatta camilerini- bile ayırmaya başlar.
Cumhuriyet Bayramı'nı siyasette yeni bir dil arayışı için bir vesile olarak değerlendirebilirdi siyasetçiler; onun yerine toplumu gerecek ve zihnen bölecek tavırlar sergilemeyi yeğlediler.
Hem de bunun için cumhurbaşkanlığı makamını kullanmaktan bile kaçınmaksızın...
Unutulan şu: Cumhuriyet, bir aileden veya aşiretten gelenler yerine halkın kendi kendisini yönettiği rejimin adıdır. Cumhuriyet rejiminin en göze çarpan simgesi de cumhurbaşkanlığı makamıdır. Bugüne kadar gelip geçmiş 11
cumhurbaşkanı birbirinden farklı eğilimde, karakterde, anlayışta insanlar olabilir; ama çoğunu birleştiren ortak özellik, Cumhuriyet kavramına tam uyum sağlayan bir tercihin sonucu olarak o makama çıkmış olmalarıdır.
Çankaya'nın şimdiki sakini kendisinden önceki cumhurbaşkanlarından daha az oy alarak seçilmedi; tam tersine, toplumun yüzde 90'ını temsil eden Meclis'ten hayli yüklü bir oy aldı. O gün bugündür herkesin cumhurbaşkanı olmaya ve anayasanın kendisinden beklediği görevleri ayrımcılık yapmaksızın yerine getirmeye de gayret ediyor.
Yurt gezileri sırasında toplumun gösterdiği sıcaklık ve ilgiye bakılırsa, beğeniliyor da...
Bu durumda, "Çankaya'yı boykot" görüntüsüne sebebiyet verenler, kendilerini ne duruma düşürmüş oluyorlar? Özellikle de 'Cumhuriyet' kavramı açısından?
Tarihin "Cumhuriyet'i kuran kadronun partisi" olma ağır yükünü omuzlarına yüklediği parti, bir Cumhuriyet Bayramı günü, cumhurbaşkanının davetini 'boykot' ederek, bayram kutlamalarında yanı başındaki
iktidar partisinin lideriyle göz göze gelmemeye özel çaba göstererek, hem Cumhuriyet kavramına, hem de bayramın ruhuna aykırı hareket etmiş oldu.
Hangi niyetle ve hangi mülâhazalarla böyle bir davranış içine girmiş olursa olsun, bir siyasi partinin lideri açısından hiç de hoş bir görüntü değil bu. Hiç temenni etmem, ama korkarım, liderin ortaya koyduğu saygı noksanlığı, kendi partisi içinde kendisine karşı daha rahatsız edici saygısızlıkları davet edebilir.
Umarım gelecek yıl Cumhuriyet Bayramı'nı Cumhuriyet'in anlamına uygun bir ortamda kutlarız.
FEHMİ KORU - YENİ ŞAFAK