29
Ekim’e bu yıl; üniversitelerdeki başörtüsü serbestisi tartışmaları altında, Cumhurbaşkanı Gül’ün eşiyle vereceği Çankaya’daki davete, CHP’nin lider ve
yönetici kadrosuyla
Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının katılıp katılmayacağı sorularının gölgesinde giriyoruz.
Ana muhalefet ve askerler Çankaya’ya çıkmayacaklar ya da düşük yoğunluklu temsille yetinecekler.
Resepsiyonu teke indirmenin normalleşmeye katkı yapacağını düşünen Köşk’ün beklentisi tam olarak gerçekleşmeyeceğe benziyor.
Cumhuriyet’in 87’nci yıldönümünde bu tür krizlerin aşılması gerekirken 1920-30’lu yılların sancılarını yaşamak düşündürücüdür.
Başbakan Erdoğan partisinin
Meclis grubunda bu korkuları aşmak gerektiğini savunurken, “Bu Cumhuriyet çıtkırıldım bir cumhuriyet değildir.” diye konuşmuştu.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yıkılmış bir imparatorluğun Anadolu’daki varlığı üzerine inşa ettikleri “ulus devlet”, kuruluştaki
bağımsızlık, egemenlik, çağdaş uygarlık ideallerini bugün de koruyabildiğine göre hayli sağlam temeller üzerinde duruyor. Son dönemde “Cumhuriyetin kazanımlarının” aşındırıldığı düşüncesi laik çevrelerde ciddi bir kaygıya dönüşmüş olsa da,
Kürt ve
İslam meselesini 21. yüzyılın değerleri olan kimlikler, inançlar bağlamında bir arada yaşama bağlarımızı güçlendirerek çözersek
Türkiye Cumhuriyeti, tarihin bu diliminde ortaya çıkan fırsatları değerlendirerek yoluna devam eder.
Bu noktada korkmak değil, cesur olmak gerekiyor.
Atatürk o cesareti gösterdiği için Milli Mücadele kazanıldı, Cumhuriyet kuruldu.
Sadece Nutuk’u okumak bile o dönemin zorlukları hakkında fikir edinmeye yeter.
Lozan’da yeni devlete uluslararası meşruiyet kazandırılmaya çalışılırken, Meclis’e bir önerge gelir.
Önerge, “Büyük
Millet Meclisi’ne üye seçilebilmek” hakkında. Sadece Türkiye’nin yeni sınırları içindeki yerler, halkından olanlara “
adaylık” hakkı tanınıyor,
göçmenler ise ancak yerleştirildikleri yerde 5 yıl oturmuşlar ise seçime katılabiliyorlar.
Selanikli Kemal Paşa, kürsüye çıkıp konuşur: “Doğum yerim, bugünkü ulusal sınırlarımızın dışında kalmıştır. Ama bu böyleyse, bunu ben istemiş değilim. Bunda hiçbir suçum yoktur. Bu, bütün yurdumuzu, ulusumuzu dağıtıp, yok etmek isteyen düşmanlarımızın başarılarını önleyemeyişimizden ileri gelmiştir. Eğer düşmanlar amaçlarına tam olarak ulaşmış olsalardı, Tanrı korusun, bu tasarıya
imza atan bayların
doğum yerleri de sınır dışında kalabilirdi.”
Parlamento kulisleri bu tür oyunlara her zaman açıktır ama savaşın ortasında Mustafa Kemal’den 5 yıllık oturma belgesi aramak, yurttaşlık haklarından yoksun bırakmaya çalışmak hangi aklın ürünüdür?!
22 Ekim gecesi Çankaya’daki yemekte Mustafa Kemal’in, “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” demesi de muhteşem bir goldür. Yaşasın Cumhuriyet!