Üniversitecilik oyunu


Sektör seçimlerinde bugüne kadar daha çok YÖK ve Cumhurbaşkanları eleştirildi. Öğretim üyelerinin ‘hür iradeleri ile seçtikleri’ kişilerin keyfi ve ideolojik olarak yukarıdan değiştirildiği söylendi durdu. Aynı bağlamda üniversite özerkliğinin ayaklar altına alındığı da eleştiriler arasındaydı. İddiaları hafife alacak değiliz, ne var ki üniversitelerde yapılan seçimlerin ne kadar demokratik olduğu, hatta ne kadar seçim olduğu dahi tartışılır... Asıl mesele ne Köşk’tedir, ne de YÖK’te. Sorunun başı üniversitelerde yapılan sözde seçimlerdir. Kral-rektör modeli Özellikle yeni kurulan üniversitelerde oldukça az sayıda öğretim üyesi var. Binlerce, hatta onbinlerce öğrencinin okuduğu pek çok üniversitenin öğretim üyesi sayısı 100’ü, hatta bazen 50’yi geçemiyor. Hal böyle olunca 17 oyla, hatta 2 oyla rektör olan bile var. Kim, kimin, kime oy verdiğini gözü kapalı biliyor. Böylece seçim sonrasında intikam çalışmaları başlıyor. Yeni rektör kendisine oy vermeyenlerin hayatını kolayca karartabiliyor. Çünkü üniversitelerde rektör değil, sanki kral seçiliyor. Rektörden sonra ikinci bir adam yok, üniversitelerde rektörden sonraki adam çoğu kez ancak 100. adam olabiliyor. Herşey rektörün iki dudağının arasında. Senatolar, akademik kurullar, hepsi ama hepsi göstermelik. Önceden imzalanmış kâğıtlarla kararlar alınabiliyor, rektöre yan bakan kendisini ilin en ücra ilçesindeki meslek okulunda sabah 9 akşam 5 imza atarken bulabiliyor. Yasa ve yönetmeliklere bakarsak dekandan bölüm başkanına kadar pek çok atamada rektör sadece onaylayan konumunda. Fakat fiiliyatta rektöre karşı çıkmak her babayiğidin harcı değil. Sadece yöneticiler değil, bilim adamları da fiiliyatta rektörler tarafından işe alınıyor. Özellikle taşra üniversitelerinde öğretim üyesi olmanın en önemli kriterini bir sonraki seçimde sizi işe alan rektöre oy verip vermeyeceğiniz oluşturuyor. Böylece 17-18 oyla rektör olan kişi kısa sürede üniversiteyi nitelikli-niteliksiz yüzlerce öğretim üyesiyle doldurabiliyor. Eş-dost usulü kurulan komisyonlarca verilen unvanlar sayesinde bir anda onlarca, hatta yüzlerce öğretim üyeniz oluveriyor. Nitelik arayan yok... Bunun sonucu olarak tüm akademik derecelerini aynı üniversiteden almış, bırakınız yurt dışını Ankara ve İstanbul’u görüp, yaşamamış pek çok ‘bilim adamımız’ oldu. Eğer unvanı bir üniversiteden alamıyorsanız, bir sonraki seçimde oya ihtiyacı olan bir başka rektörü mutlaka buluyorsunuz ve soluğu orada alıyorsunuz. Böylece rektörler bir sonraki seçimi, hocalar ise unvanlarını garanti altına almış oluyor. Sizin atadıklarınız sizi seçiyor. Bu nedenle hasbel kader bir dönem seçilmiş rektörler ikinci dönemlerinde genelde açık ara birinci oluyorlar. Sözde gizli seçimler Bir de seçim sürecine bakmak lazım. Seçim sözde gizli, fakat akademisyen sayısının az olduğu yerlerde gizli olmasının anlamı yok. Rektör kendi çevresinin oylarından emin olduğu için açıkta kalanların kime oy verdiğini hemen tespit edebiliyor. Bazı yerlerde ise seçim öncesinde hocalardan el yazısı örnekleri alınıyor ve seçim sonuçları ile bu yazılar karşılaştırılıyor. Kim kime oy vermiş hemencecik anlaşılıyor. Çünkü seçimlerde beğendiğiniz adayın adını el yazınızla yazmanız gerekiyor. *** En kötüsü ise demokrasi adına bilimin katledilmesi. Bir bakkalı dahi yönetmesi mümkün olmayan pek çok kişi bir holding bütçesine sahip üniversiteleri yönetme hakkını eş-dostun oyuyla elde edebiliyor. Özellikle taşra üniversitelerinde rektörlükte başarının hiçbir objektif kriteri yok. Rektörün bilimsel yazıları, yöneticilik kabiliyetleri hiç önemli değil. Önemli olan adayın ideolojisi, nereli olduğu, mezhebi ya da kime ne kadar rant sağlayacağı. Bu nedenle öğretim üyelerinin neredeyse tamamı tek bir ideolojiden oluşan, ya da neredeyse tüm kadrosu belli bir bölgeden gelen insanlardan oluşan ‘üniversitelerimiz’ dahi var. Mezunlar iş bulabilmiş mi, makale sayısında bir artış olmuş mu, eğitim kalitesi ne âlemde, kütüphane ne durumda gibi evrensel kriterler rektörün başarısını belirlemiyor. Tüm denetim kâğıt üzerinde. Bir kez rektör oldunuz mu kral da sizsiniz, YÖK de, Cumhurbaşkanı da... Paranın tamamı devletten geliyor, fakat gelen kaynaklar, yani ülkenin geleceği bir adamın dudakları arasında oldukça verimsiz bir şekilde harcanıyor. *** Elbette çok iyi örnekler de var. Üniversitelerine katkı sağlayan, demokrat ve gerçek bilim insanı rektörler de yok değil. Fakat böyle örnekler öylesine az ki... Uzun lafın kısası üniversitecilik oynuyoruz. Herkes rektör seçimlerinde YÖK’ü ya da Köşk’ün rolünü tartışıyor, oysa asıl sorun üniversitelerin bizzat kendisinde.
<< Önceki Haber Üniversitecilik oyunu Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER