Avrupa, Batı'dan uzaklaşıyor mu?


Türkiye'den bakınca Avrupa ülkelerinde açıkça ırkçılık ve İslam düşmanlığı yapan partilerin yükselmekte oluşu, başlıktaki soruyu haklı kılmakta. Geçen ay İsveç'te de aşırı sağcı parti parlamentoya girmeyi başardı. Doğrusu Avrupa'da yaşanan bu gelişme pek şaşırtmıyor, zira ekonomik kriz dönemlerinde sorumlu tutulan her zaman "ötekiler" oluyor. Ne var ki, geçen ağustos ayında Thilo Sarrazin adlı birinin yazdığı, başka ırkçı saçmalıklar yanında, Türk, Ortadoğulu ve Afrikalı göçmenler arasındaki yüksek doğum oranları yüzünden Almanya'daki zekâ düzeyinin gerilediğini ileri süren kitabın büyük ilgi gördüğünü okuduğumda şaşırdım. Çünkü söz konusu yazar herhangi biri değil, Alman Merkez Bankası'nın sosyal demokrat partiye mensup bir yönetim kurulu üyesiydi. Kitabın satışının 750 bini bulması, Sarrazin'in görüşlerinin ne denli popüler olduğuna dair bir fikir veriyordu. Yakınlarda yapılan bir araştırma da Almanların % 30'unun ülkenin yabancılara "boğulduğunu", bir o kadarının da göçmenlerin bir kısmının geri gönderilmesi gerektiğini düşündüğünü gösteriyordu. Derken, geçen hafta, Başbakan Angela Merkel ortaya çıktı ve Almanya'da çokkültürlülüğün iflas ettiğini ilan etti. Bu ifade, bir politikacı olarak başbakanın göçmen karşıtı eğilimleri görmezden gelemediği şeklinde yorumlandı. Çokkültürlülüğün yenilgisi dediği şey hakkında ne yapacağını bilmiyoruz, ama Merkel'in beyanı Almanya'ya özellikle Türkiye'den göç konusuna yakından bakmak için bir vesile. 2. Dünya Savaşı sonunda Almanya, büyük bir işgücü yetersizliğiyle karşı karşıya kalmıştı. Bunun için 1950'lerin sonlarından itibaren güney Avrupa ülkelerinden işçi getirmeye başladı. 1961'den başlayarak Türkiye'den en sağlıklı ve kalifiye işçiler seçilerek Almanya'ya götürüldü. Öteki göçmenlerle birlikte Türkler en kötü ve tehlikeli işleri üstlendiler, Almanya'da artan refaha büyük katkı yaptılar. Alman yetkililer "konuk işçiler"in birkaç yıl çalıştıktan sonra ülkelerine dönecekleri varsayımıyla topluma entegre olmaları için hemen hiçbir önlem almadılar. İşçi alımı 1970'lerin başında durdu, ama Almanya'nın bir göç ülkesi olduğunu kabul etmesi, gelenlerin sadece işgücü değil aynı zamanda insan olduklarını fark ederek ülkeye uyum sağlamaları için bazı önlemler almaya girişmesi 1980'lerin sonunu buldu. Önlemlerin yetersizliğine rağmen Türk göçmenlerin büyük çoğunluğu asimile olmadılarsa da entegre olmayı başardılar. Giderek artmakta olan Türkiye kökenli tanınmış Alman yazar, sinema oyuncusu, yönetmen, sanatçı, işadamı, futbolcu, hatta politikacı sayısı bunun sadece bir göstergesi. Türkler arasında küçük bir azınlığın uyum sağlayamayışlarını açıklayan elbette birçok etken var. Bunların başında iş piyasası için gerekli becerilere sahip olmamaları, ev sahibi ülkenin beceri edinmelerine yardımcı olmaması ve ekonomik kriz çıktığında bundan en olumsuz etkilenen kesimde yer almaları geliyor. Ne var ki, devir değişiyor. Türkiye ekonomisi büyürken, artan yabancı ve İslam düşmanlığından huzurları kaçarak ülkelerine dönen Türklerin sayıları giderek kabarıyor. Almanya'da da ekonomi toparlanıyor ve yabancı işgücüne gereksinim artıyor. Avrupa'nın demografik açığını göçmenlerin kapattığı ve eğer mevcut refah düzeyi korunacaksa göçmen sayısının giderek artacağı bilinmeyen gerçekler değil. Avrupalı ve Alman liderlerin yabancı düşmanlığını körüklemek yerine, toplumlarına sahip oldukları refahın önemli ölçüde göçmenler sayesinde mümkün olduğunu ve eğer bu refah korunacaksa göçmenlerin gelmeye devam edeceğini anlatmaları daha akıllıca olur. Ve hepsinden önemlisi, liderlerin halklarına Avrupa Birliği'nin sadece demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları değil, azınlıkların korunması ve saygı görmeleri ilkelerine de dayandığını hatırlatmalarında yarar var. Zira yükselen yabancı ve İslam düşmanlığı, Avrupa'nın 2. Dünya Savaşı sonrasında Batı'yı tanımlayan bu ilkelerden giderek uzaklaşmakta olduğunu düşündürüyor.
<< Önceki Haber Avrupa, Batı'dan uzaklaşıyor mu? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER