Devletin çocuklarına anne babaları ne karışır?


Kılık-kıyafet sözkonusu olduğunda üniversite yaşına gelmiş insanların bile tercihlerini yok sayan bir otoriter-ataerkil iktidarı ne kadar özümsemişiz ki, konu çocuklara gelince yıllardır özgürlüğün türküsünü çığıranların sesi soluğu kesiliverdi. Kesilmek ne kelime, otoriter devletin çağırdığı marşa eşlik etmeye bile başladı. Hep beraber yakından takip ediyoruz. CHP başörtüsü yasağının üniversitelerde kaldırılmasına ancak arkasından ortaöğretimde de böyle bir talep gelmeyeceği şartına bağladı. Böyle bir şarta nasıl bağlayabiliyorsa, bu taahhüdü kimden talep ediyorsa ve bu taahhüdü kim verebiliyorsa... Sanki uzayda siyaset yapılıyor. AK Parti'nin parti olarak bu tür talepleri şu anda temsil etme niyeti ve iddiası yok ama böyle bir talebin gelmeyeceğini taahhüt etmeye de ne hakkı ne de imkânı var. Nitekim bu talebin temsilciliğinden uzaklaştıkça bu taleplerin başka zeminlerde kendilerine temsil imkânı arayacağı anlaşılıyor. Bu temsil taleplerinin çözümün ve tartışmanın bu aşamasında hemen provokasyon olarak algılanması demokrasimizin ne kadar ağır yükler altında ve hastalıklar içinde olduğunun semptomu. Yapanların amacı gerçekten de provokasyon olabilir, bilemiyoruz. Provokasyon olduğuna dair en güçlü delilimiz talebin zamanlaması. Doğrusu bu talepte bulunanların Mustazaf-Der üyesi olmaları bir anlam taşıyor, ama başkası olsaydı da bu zamanlama işin provokasyon algısını yaratmaya yetiyordu. İyi de, bu alanın provokasyona bu kadar açık olması büyük ölçüde bizim demokratik seviyemizin ne kadar alçaklarda seyrediyor olduğunu göstermiyor mu? O kadar alçak seviyelerde seyrediyor ki, çocuğumuza hangi din ve örfü kazandıracağımıza dair en temel insan hakkımızdan bir anda vazgeçebiliyoruz. Bu hak temel bir insani haktır, BM kabul etmiş olsa da olmasa da, ama şükür ki Türkiye'nin de taraf olduğu ve 1990 yılında yürürlüğe girmiş olan Çocuk Hakları Sözleşmesi de çocukların hangi dini ve etik değerlere bağlı ve hangi kültürle yetiştirileceklerine karar verme konusunda ebeveyni tek hak sahibi kılıyor. Çocuğun belli bir yaştan sonra belli bir dini veya kültürel kalıp içinde yetişmesi, başını örterek veya açarak hayatını sürdürmek üzere eğitilmesi tercihi laik açıdan bakıldığında eşit mesafede karşılanması gereken tercihlerdir. İslam'ın bir şiarı olan başörtüsünün de zaten bir tür eğitim ve sosyalizasyon süreci içinde benimsendiği bellidir, bütün diğer kültürel veya dini kalıplar gibi... Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Prof. Zafer Üskül, çocuklarını başörtüsüyle okula göndermekte ısrar eden ebeveynin elinden çocukların devlet tarafından alınabileceğini söylüyor. Demek ki, çocuğa başörtüsü giydirilmesini bir çocuk istismarı ile eşdeğerde görmüş oluyor. Açıkçası bunu anlamak veya kabul etmek mümkün değildir. Çocuğun belli bir yaştan itibaren başını kapatması ile açması arasındaki tercihlerin kategorik olarak laik devletin takınması gereken tutum açısından birbirinden hiçbir farkı yoktur. Buna rağmen birincisini çocuk istismarı veya çocuğa karşı suç kapsamında değerlendirmek oryantalist bir bakış açısının (hadi burada Islamophobia demeyelim) bilincimizin altına veya üstüne ne kadar derinlemesine işlemiş olduğunu gösteriyor. Zihnimizin derinlerine işlemiş olan oryantalist önyargı, batılı kılık-kıyafeti normal diğerlerini anormal ve hatta sapkınlık ifadesi olarak karşılamamızı sağlıyor. Diğer bir önyargı, daha ziyade devletçi otoritercilikle ilgili. Aslında Türk Milli Eğitim sisteminin tamamına hakim olan bir iddia özelikle 28 Şubat'ta sekiz yıllık eğitim düzenlemesiyle birlikte gözümüzün içine sokularak hissettirildi. Ebeveyn çocuklarını istediği şekilde eğitemezdi, çünkü zaten ebeveyn çocukları devlet adına, devlet için yapar, yetiştirir ve devlet istediği zaman ona teslim ederdi. 15 yaşına kadar Kuran kursu veremez, devletin istediği eğitimden geçirir, 20 yaşına geldiğinde de şehit kınasını yakıp askere de yollardı. Ebeveyn devlete vekâleten, devlet adına ve devlet için çocuğa sadece bakıcılık yapmakla yükümlüdür. İsmet Berkan'ın dünkü Hürriyet Gazetesi'ndeki Çocuğunuz sizin mi Devletin mi? başlıklı yazısını çok yerinde ve anlamlı buldum. 28 Şubat yıllarında bu düşünceye kapıldığını söyleyen Berkan gibi ben de o yıllarda aslında bu düzenlemelerle devletin bize sürekli bu mesajı vermeye çalıştığını yazmıştım. Oysa artık BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin de baskısıyla devlet bu anlayışı terk etmek zorundadır. Aslında devlet terk etmesine terk ediyor da, bizim de bu anlayışa kendimizi alıştırmamız da gerekiyor. Baksanıza, anadilde eğitimi boykot etmek üzere çocuklarını okula göndermeyen Kürt babaların veya din dersini boykot ettiren Alevi ana-babaların tutumu "sivil itaatsizlik" olarak, taş atan çocukların tutumu bir empati konusu olarak karşılanabiliyor ama başını örten çocuk konusunu bir "çocuk istismarı" konusu olarak karşılamamız isteniyor. Bu işte bir gariplik yok mu sizce de.
<< Önceki Haber Devletin çocuklarına anne babaları ne karışır? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER