Pazar gününün nispi sakinliğinden yararlanıp, geçtiğimiz haftaya daha geniş bir açıdan bakmakla meşguldüm...
Objektifim daha da genişledi, daha eskilere doğru da meylettim...
Türkiye siyasal gündeminin yeniden sığlaştığı, “tek menülü lokantaya” döndüğü bu günlerden dönüp geriye baktığımda, 2004 yılında
Avrupa Parlamentosu’nda yaptığım bir konuşmada daha yüksek bir umut taşıdığımı da gördüm:
“Bugün, Türkiye’nin AB’nin de büyük katkısıyla ‘Kemalist modernleşmeden demokratik modernleşmeye’ geçtiği göz ardı ediliyor. Demokratik modernleşmenin bir öncekine göre iki temel farkı; halkın katılımı ve
üretim biçimindeki değişimdir.
Gümrük Birliği Türkiye’nin sanayi yapısında, değişimin temel dinamiğini üreten bir enerji sağlamıştır.
Batı’yı ürküten görüntü, derinlemesine bakıldığında, çevredeki
Müslüman kitlelerin demokratik sisteme entegrasyonu ve
kalkınma sürecine dâhil edilmesidir. Alışılagelen Kemalist yapının değişimi, bu değişimi günlük bir izlemeye
doğal olarak almayan Batı kamuoyunun bir kısmını huzursuz etmiş, Türkiye’yi
tartışma odağına oturtmuştur.”
AB İlerleme Raporu’nda öngörülen reformların tamamen durduğu, AB tam üyeliğinin de göstermelik hale geldiği, toplumsal mağduriyet dendiğinde sadece ve sadece “
türbanın” anlaşıldığı günümüzde, “Kemalist modernleşmeden demokratik modernleşmeye” geçişin çok da sağlıklı yürümediğini görerek, “tüm mağdurların dertlerini çözecek” radikal bir değişimi destekleyen yüzde 58’lik iradenin
siyaset tarafından cılızlaştırılmaya çalışılmasına bir kez daha hayıflandım...
***
İç siyaset “türban” ile neredeyse özdeş hale geldiği için dış
politika gelişmelerine de yeniden dipli köşeli baktım... Dünyanın önde gelen
dergilerinden
İngiliz The
Economist’in son sayısındaki Türkiye hakkında 20’nin üzerinde sayfadan oluşan ve 10 farklı makalenin yer aldığı özel rapora eğildim...
The Economist Dergisi, Türkiye’yi Avrupa’nın Çin’i olarak niteliyor ve Avrupa Birliği’nin
Ankara’yı dışlaması halinde büyük bir hata yapacağını belirtiyor, “Türkiye Batı’ya sırtını mı dönüyor” sorusuna
yanıt arıyor.
Dergi, bazı durumlarda Türkiye’nin aşırı İslami dayanışmanın kurbanı olduğunu, hakkındaki savaş suçları mahkemesi iddianamesini görmezden gelerek
Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el Beşir’e iyi davrandığını, Brezilya’yla birlikte
İran nezdinde yaptığı girişimin hatalı olduğunu, İsrail’e yönelik eleştirilerinin sadece İsrail’i değil Amerika’yı da kızdırdığını söylüyor.
***
Laf
dış politika ve ABD’ye gelince,
Cuma günkü gazetelerin birinde arka sayfalarda gizlenmiş bir haber daha da önem kazandı...
Amerikan AP Ajansı’nın “
füze kalkanı” ile bu yorumunun neden gazetelerin ilk sayfalarında yer almadığını pek anlayamadım...
“Türkiye kalkanı reddederse
tansiyon yükselir” başlıklı haber
analiz, “Türkiye’nin, NATO’nun Avrupa’ya yerleştirmeyi planladığı anti-balistik
füze kalkanına ev sahipliği önerisine vereceği olası bir ret cevabının ABD ve Avrupa ile tansiyonu yükselteceğini” iddia ediyordu:
“Türkiye ABD’nin füze
savunma sisteminin ana unsuruna ev sahipliği yapma önerisini değerlendirirken, kendisini NATO ile İran’ın arasında bir kez daha tuhaf bir durumda buldu.
Ankara’nın vereceği karar, Washington’da ya Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığı yönünde kaygı ve
öfke ya da rahatlama yaratacak. Ankara ayrıca 19-21 Kasım’da Portekiz’in
Lizbon kentinde düzenlenecek zirvede NATO’nun İran’ı resmen ‘tehdit’ ilan etmesinden tedirgin.
ABD
Savunma Bakanı Robert Gates Türkiye’ye konu ile ilgili
baskı yapmadıklarını söylese de Ankara’nın vereceği bir ret kararı ya da NATO bildirisiyle ilgili problemler tansiyonu yükseltebilir.”
***
Biz hep iç politika konuşuruz ama ülkenin kaderini hep “dış politika” belirler... Her büyük değişim arzusu ertesinde olduğu gibi Ankara siyaseti bizi garip bir şekilde “türbana” kilitlemiş iken dışarıda “kalkan” kendi gündemini hazırlamakta... Ama nedense biz “kalkan” konusunu pek konuşmuyoruz. Sanki geleceğimiz bizi pek ilgilendirmiyormuş gibi...