Sevgili okuyucular, bu
pazar sizinle iyimser bir
demokrasi sohbeti yapmak istiyorum. Gündemin gulgulesinin dışına çıkıp da hadiseleri geniş bir perspektiften değerlendirdiğinizde, aslında her şeyin bazılarının zannettiği gibi kötüye gitmediğini görebiliyorsunuz.
‘
Türkiye’de güzel şeyler de oluyor’
Efendim, hani hergün attıkları iç karartıcı manşetlerden sıkılan
muhalif gazetelerin yetkilileri ya da köşe yazılarının şeametinden rahatsızlık duyan köşe yazarları bazen günah çıkarır gibi, ‘Türkiye’de güzey şeyler de oluyor’ şeklinde başlık atmazlar mı, kahrolurum. Öyle ya, benim güzel memleketim sanki sadece kötü şeylerin olduğu bir karanlık diyarmış gibi, bu allameler güzel şeyler olduğunu yazarken bile onu kötülemekten geri kalmazlar...
Bugün sizlere daha ziyade demokrasimizdeki gelişmelerden bahsedeceğim. Lakin, ‘statükonun kibirli mensuplarının’ bir türlü görmekten hoşlanmadığı ‘vaziyet-i umumiye’ye bir bakar mısınız?...
Türkiye, son yıllarda dış politikada etkinliğini kat kat arttırmış; daha 2000’li yılların başında, kendi iç meseleleriyle haşır neşir olmaktan uluslararası ilişkilere bakamayan sıradan bir
bölge ülkesi iken, bugün dostun düşmanın ‘küresel güç’ olarak kabul ettiği bir dünya ülkesi haline gelmiştir.
Bundan çok değil on yıl önce
ekonomik krizler yüzünden iflasın eşiğine gelen Türkiye, 1929’dan bu yana dünyanın maruz kaldığı en büyük ekonomik depresyondan tereyağdan kıl çeker gibi sıyrılmış ve 2010’da dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi olmuştur. Bugün Türk ekonomisi, dünyaya ve özellikle AB’ye örnek olarak gösterilmektedir.
Militarizm
tasfiye edilmiştir
Efendim, bence Türkiye’de olan ‘güzel şeyler’ içinde en önemlisi, millet iradesinin üzerindeki oligarşik jakoben ambargonun ortadan kalkmaya başlamasıdır.
27
Mayıs 1960’dan beri devam eden yarım yüzyıllık ‘militarist
vesayet’, 27
Nisan 2007 Muhtırası’na karşı siyasi iktidarın direnmesiyle tavsamış; gene 2007’den itibaren başlayan
Ergenekon Soruşturması ve Davası neticesinde TSK’daki
darbe odakları ortaya dökülmüş ve 2010
Ağustos YAŞ toplantılarından sonra tasfiyeye uğramıştır.
Artık ordu kışlasına dönmüştür...
Org. Hilmi Özkök’ün
Genelkurmay Başkanlığı’ndan itibaren -Org. Büyükanıt’ın dönemindeki
muhtıra fiyaskosu haricinde- Org. Başbuğ döneminde de TSK, genel hatları itibariyle demokrasiye ve hukuka bağlı kalmıştır. Mevcut
Genelkurmay Başkanı Org.
Koşaner ve yüksek
komuta kademesi de demokratik rejime ve hukuka bağlı duruşlarıyla dikkati çekmektedir.
Son günlerde gene çağdışı ‘
başörtüsü yasağı’ konusunda tartışmalar yaşanır ve
Yargıtay Başsavcılığı haddini aşarak başörtüsünün laikliğe aykırı olduğu iddiasında bulunurken, önceki yıllarda bu gibi tartışmalara karışıp siyasete müdahale eden TSK çevreleri, artık sessiz kalarak görevi dışına çıkmamaktadır.
Bütün bu olumlu işaretler, Türkiye’nin demokrasi koşusunu hızlandırmaktadır.
‘Statükonun kibirli mensupları’
Efendim, Türkiye’nin demokratik değişimindeki en önemli unsur, ‘jüristokratik hegemonya’nın tasfiyesidir. Bu konudaki dönüm noktası ‘12
Eylül 2010 Referandumu’ olmuştur. Bence, referandumu, adını koymadan en güzel şekilde
Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç yorumlamış ve ‘Değişime karşı çıkan, çağın nabzını tutamayan statükonun kibirli mensupları artık halkı ikna edememektedir’ demiştir. Başkan Kılıç’ın, Türk jakobenizminin ve oligarşisinin çelişkisini bilgece anlatan bu ifadesi, daha uzun müddet fikir hayatımızdaki geçerliliğini koruyacaktır (
CHP liderinin Başkan Kılıç’a ağzını bozarak verdiği
cevap da Kılıç’ın onikiden vurduğunun göstergesidir).
Türkiye’deki jüristokratik kanserleşmeye, 17
Ekim 2010’da yapılan ‘
HSYK Seçimleri’ ile neşter vurulmuş ve yargıdaki hizipleşmeye dayalı
azınlık tahakkümüne YSK’nın gözetiminde yapılan 12 bin hakim ve savcının iştirak ettiği demokratik seçimle son verilmiştir. Diğer taraftan,
Anayasa Mahkemesi’ne
TBMM’den üye seçilmesi de bu tahakküme indirilmiş darbelerdir.
Yargıtay Başsavcılığı’nın, görev ve yetkisinin dışına çıkarak TBMM’ye müdahaleye kalkışması ve siyasi partilere aba altından deynek göstermeye yeltenmesi üzerine,
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in tarihi cevabı, jüristokrasiye indirilmiş önemli bir darbedir. Bu konuda
AK Parti ve MHP yetkilileri de gereken tepkiyi göstermişler, CHP ise ‘statükonun kibirli mensubu’ ve jüristokrasinin yandaşı olarak malum ‘
laiklik teranesi’ne katılmaktan geri durmamıştır.
***
Türkiye , demokrasiye doğru koşusuna doludizgin devam edecektir.