1960 başları beni heyecanlandıran bir hayâlim vardı. Bir süre önce bu sütunda bahsetmişdim, bir Türk-
Yunan Konfederasyonu hayâliydi bu. Böylece Doğu
Akdeniz Havzası’nda son derece güçlü bir
ekonomik, politik ve kültürel yapı oluşacağına ve Soğuk Savaş’ın en harâretli o devrinde bunun heriki
ülkeye de büyük fırsatlar sunacağına inanıyordum. Bonn Üniversitesi’nde bunu ilk defâ olarak Yunanlı arkadaşlarıma şevkle anlatırken onların bu “dâhiyâne” planı coşkuyla alkışlayacağını ummuşdum. Fakat tahmînim maalesef doğru çıkmadı. Son derece
soğuk ve kısmen hasmâne tepki gösterdiler. Müteâkıyb denemelerim de farklı olmadı, sonra araya 1963 Kanlı Noel Olayları’yla ateşlenen
Kıbrıs meselesi filan da girince bu konuyu zâten artık hiç bir Yunanlıyla konuşa(a)maz oldum.
Ancak aradan geçen onyıllar boyunca kanaatimi de hiç değiştirmedim.
Nokta-i nazarımın değişen yanı bu işin son derece yararlı olduğu, ancak Yunanlılarla yürüyemeyeceği, zîrâ son derece işkilli ve bizden kat-be-kat daha fazla aşağılık kompleksli
batı komşularımızın Türklere hep şübheyle bakacaklarıydı. Benim “Komşularla
Sıfır Problem” formülünü var gücümle desteklemem de aynı sebebe dayanır. Daha bu hafta başı “Ayaklar Yerde Alın Bulutlarda” başlıklı yazımda bütün komşularımızın,
İran hâriç, Türkiye’yle nasıl bir ekonomik bütünlük teşkîl etdiğini ve sırf o bakımdan “sıfır problem”in herkes için büyük bir
refah bakımından elzem olduğunu belirtmeye çalışmışdım. Balkanlar’dan Arabistan’a ve Kafkasya’dan Akdeniz’e bu
bölge ekonomik bir bütündür!
21
Ekim târihli “
Sabah”da Süleyman
Yaşar, vaktiyle Özal’a da danışmanlık eden Yunanlı Prof. Dimitri Kitsikis’in, benim
gençlik rüyâlarımı süsleyen bu “konfederasyon” fikrini desteklediğini yazınca aklıma bunlar geldi. Prof. Kitsikis, 1988-2009 arası toplam 598 milyar doları birbirlerinin gözünü oymak üzere
silahlanmaya ayıran ve silah tâcirleriyle bâzı kıymetdâr generalleri ihyâ eden iki ülke tekrar bir “
Osmanlı Konfedrasyonu” kursa o kadar parayla bu kez halkları ihyâ olur fikrini savunuyor. Osmanlı devri Yunanlı için 400 yıllık bir “kölelik” değil şanlı bir ortak imparatorluk târihidir, diyormuş.
Prof. Davutoğlu’nun “sıfır problem” dediği nesne de aslında bu!
Ama çok daha geniş çaplısı!
Bir örnek daha vereyim:
Benim Prof. Bassam Tibi adında Şamlı bir ahbâbım var. Göttingen ve Harward Üniversitelerinde
ders verir.
Aktif tv yıllarımda onu bâzen programlarıma konuk ederdim.
Dedesi Osmanlı paşasıymış. Yâni İmparatorluk generali! Nasıl ölmüş, bilir misiniz?
Yemen dağlarında eşkıyâ tâkıyb ederken şehid düşmüş.
Bunu ırkçılara anlatmanız imkânsızdır! Mırın kırın ederler! Efendim, insan kendi soyuna karşı savaşır mıymış filan!
Ama Osmanlı böyle birşey işte!
Kavmî mensûbiyetle siyâsî mensûbiyetin tamâmen farklı şeyler olduğunu bâzı havsalalar almaz!
“Arablar kendilerini Osmanlı hissederlerdi. Onlara Türklerden illallah etdiren Jön-Türkler (İttihadcılar, Y.A.) oldu.” diyordu Bassam Tibi.
Paris’den Amasyalı dostum Ohannik Bey ise diyor ki:
“
Ermeni Osmanlıda kendini buluyordu.”