Çanakkale'de merkeze bağlı bir
Alevi köyün
e devletin yaptırdığı cemaatsiz cami ne kadar tuhaftı. Diyanet'in atadığı imamın, tek başına mihrab önünde namaz kılarken çekilmiş fotoğrafı, ciltlerce kitaptan çok daha öğreticiydi.
İyi de, yazının ilk cümlesinde
teknik yanlışlar var: İlki "Alevî köyü" tâbiri; ikincisi devletin cami yaptırması.
Kamu idaresi, köyleri özellikleriyle nitelemiyor, kezâ devletin doğrudan cami yaptırması da söz konusu değil. Diyanet bütçesinde cami inşaatı için
ödenek yok ama devletin sonraki safhalarda inşaatına katkıda bulunduğu çok cami var.
Diyanet Vakfı, İl Özel İdareleri veya Köylere Hizmet Götürme Birlikleri, vatandaşlar tarafından başlatılmış cami inşaatlarına sonradan aynî
yardımlarda bulunuyor. Câmiler genellikle "Câmiye yardım" klişesi etrafında yürütülen kampanyalarla tamamlanıyor. Bu arada Alevîlerin çokluk teşkil ettiği köylerde, köylüden talep gelmemesine rağmen bir şekilde cami yaptırmak işgüzarlığına girişildiğini de biliyoruz. Çanakkale'nin Denizgöründü köyündeki cemaatsiz cami, muhtemelen devletin dolaylı yoldan inşaatına
destek verdiği örneklerden biri olmalı.
Peki 4 yıl boyunca vatandaşın uğramadığı camide Diyanet'in atadığı imamın tek başına namaz kılmasına ne demeli? Kaynak israfından bahsetmiyorum sadece; kelimelerin altı kırmızıyla çizilmek kaydıyla "devletin camilere din görevlisi ataması"na dikkat çekmek istiyorum. Artık alıştığımız için durumun garâbeti ilk elde iyi fark edilmiyor. Açalım:
-Devletimiz güyâ laik, fakat adı üstünde laik. Devletin laikliği, 3
Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunla bir daha zor onarılır şekilde aşûre çorbasına çevrilmiş durumdadır.
-Devlet, Türkiye'deki dinî inançlar içinde sadece İslâm'ın Sünnî ekollerine din
hizmeti vermeyi üstleniyor; hatta bu konuda kamu tekeli kuruyor. İslâm haricindeki dinleri görmezden geldiği gibi, "Sünnîlik" dışındaki yorumlar da hasıraltı ediliyor.
-Hepimiz biliyoruz ki, 429 sayılı kanunla kurulan Diyanet'ten maksat devletin
Sünnileri
kontrol etmek emeliydi. Bu maksat uğruna, şöyle doğru dürüst bir laik idare kurmak şansı hebâ edilmiştir. Bu çarpık yapılanmayı herkes görüyor fakat nasıl düzeltilebileceği konusunda, "devletimizin kurucusu" CHP'nin bile esaslı bir fikri bulunmuyor.
-Diyanet'in kaldırılması parlak
buluş gibi görünüyor fakat o kadar kolay değil; zira Diyanet
Atatürk inkılaplarının bir parçasıdır, bir
Cumhuriyet yâdigârıdır; her ne kadar "devrim kanunu" sayılıp anayasada korunma altına alınmasa da Diyanet'i kaldırmak, Atatürk'ün öyle uygun gördüğü bir düzenlemeyi, "Atamız yanılmış, böyle olması gerekirdi!" diye tashihe kalkışmaktır. Düzeltmeye Diyanet'le başlandığında nerede durulacağını kimse kestiremediği için başta
siyaset erbâbı olmak üzere en hızlı Atatürkçülerimiz bile, Picasso'nun kübik tablolarına benzeyen Türk işi
laiklik uygulamasını hayranlıkla seyre devam ediyor. Bu konuda en açık sözlü aksâmımızı teşkil eden Alevîler de Diyanet meselesinde kafa karışıklığından kurtulmuş değil: Kimi Diyanet'e hepten karşı, kimi "Devlet bize cami değil
cemevi yapsın" noktasında.
-Peki, Sünnîler Diyanet'in kaldırılması fikrine hazır mı? Bu sorunun cevabı daha karmaşık.
Her hâl ü kârda devlet ve din ilişkisi konusu, yeni anayasa yapılırken gündeme gelecektir; o gün geldiğinde, konuyla ilgili herkes elini ve dilini korkak alıştırmamaya fikren hazırlıklı olmalıdır diye düşünüyorum.