"Muhalif' sıfatının kendine çok yakıştığını düşünen medya,
iktidar ile yaptığı mücadelede rasyonel argüman bulamadığı için, tuhaf bir 'korku kültürü' üreterek onun üzerinden
muhalif rolü oynamaktan pek hazzediyor.
Yakın geçmişe kadar, varlığını iktidar imkânları ve
yönetim erklerinin tanıdığı iltimaslar ile varlıklarını sürdürmeyi başaran bahsi geçen yapının, geçmişini deşmek, günah galerilerine dalmak gibi bir niyetim yok. Yoksa geçen gün ekrandaki kız öğrencinin dediği gibi 'kimin ruhunu hangi pahaya sattığını' aşağı yukarı biliyoruz!
Referandum süreciyle beraber iplerin gerilmesi ve kendilerince artık yerleşik bir hastalığa dönüştürdükleri paranoyanın dayanılmaz boyutlara ulaşması neticesinde, 'korku kültürü'nü ete/kemiğe büründürme ihtiyacı hissettirdiler. Bunu bazen
seçim haritasına bakarak, bazen yapay bir "hayat tarzı" tartışmasına dalarak yaptılar.
Lakin inandırıcı ve gerçekçi gelmedi kimseye bu. Kendilerine bile. Bir tür 'Trafik Canavarı' gibi kurguladıkları bu heyula için gözle görülür bir örnek ihtiyacı hissettiler.
Öyle ya; daha düne kadar 'Devlet elden gidiyor, Laiklik elden gidiyor, irtica geliyor' yaygaralarına artık herkesin karnının tok olduğunu çok iyi gördüler. Bir yandan sırtlarını dayadıkları 'sentetik sistem'in çatırdaması, diğer yandan gelişen ve ilerleyen
demokrasi belki de onları haddinden farzla ürkütüp, korkuttu bilemiyorum.
Bu endişeler ile
Ergenekon yapılarının ardına saklananların sıkıntıları birleşince mücerret endişeleri müşahhas bir korkuya dönüştürmek için fırsat kolladılar.
Hanefi Avcı'nın kitabı tam da bu esnada yetişti imdatlarına.
Herkes çok farklı bir beklenti ile sarıldı kitaba.
Kimi; 7-8 yıldır yaşadığı paranoid kuşkuların bir türlü sona ermediğini gördüğü için, kimi izbelerde yaptıkları
hesap ve kurguların tarumar olduğunu düşündüğü için. Gerekçe farklı olsa da, amaç birliği 28 Şubatvari bir organizasyonu su yüzüne vurdu.
Ve geçen her gün, asli kimliklerine geri dönmeye başladılar. Geride kalan her saat makyajlarını döküyor, üzerlerindeki fosforlu simleri çıkarıp atıyordu.
Kimi perde arkasından işaret etti,
hedef gösterdi, cesaretlendirdi. Kimi TV ekranında 'Hâlâ içeri alınan olmadı' diyebilecek kadar kendinden geçti.
Kimi ise, 40 yıldır bilgisizliğin besleyerek büyüttüğü korkusunu bu kitap sebebiyle tekrar ortalığa -
komik düşüp rezil olma pahasına- saçtı.
Önceki
akşam bir program seyrettim ki evlere
şenlik. Bahsetmeden önce, geçmiş bir vakıayı hatırlatayım.
Hani vaktiyle
Fethullah Gülen ateistler ile ilgili bir açıklama yapmıştı. Aslında dini 'ElifBa' düzeyinde bilen herkesin malumu olduğu bir şeydi: Âlemleri yaratan Yüce Rab, kendisini tanımayanları ve inkâr edenleri azabın ve ateşin en şiddetlisiyle' korkutuyordu. Ancak nedense zorlarına gitti birilerinin bu durum. Şöyle bir komik tablo çıkıyordu ortaya. Ateist, yani Allah'a,
ahiret gününe, dolayısıyla
cennet ve cehenneme inanmayan biri, 'Vay efendim biz niye cehenneme gidiyormuşuz' diye
itiraz ediyordu!
Geçtiğimiz akşamki 32. Gün'de de böylesi bir tablo ortaya çıktı. Bilmem kaç yıllık gazeteci olan bir büyük hanımefendi durduk yere 'Neden
Hocaefendi?' diye bir soru sordu. Bir imam ve vaiz emeklisine 'Niye Hocaefendi diyorsunuz' şeklinde soru soran gazetecilerin
ülkesi bu ülke sevgili dostlar!
Daha perişan mizahi durumlar da vardı. Mesela 'kadınsız hareket' diye bir tabir kullandı aynı büyüğümüz. Anlaşılan bizleri gülme krizine sokacaktı! Allah'tan 'Niye kadın
peygamber yok' sorusunu sorarak bizi lise çağlarımıza geri götürmedi. Zaten film koptu orada, ondan sonrası mizahın her katmanından örneklerdi. Nisa Suresi diye bir şeyden habersizce, Gülen'in görüşlerini ayetten habersiz bir şekilde, aklınca eleştirmeye kalkarken, esas olarak Kutsal Kitab'ı hedef aldığından habersiz bir haberci!
Hasılı; ülkede artık demode olmuş paradigmanın köhne sinir uçları, aradıkları korku ikonunu bulduklarını düşünüp abandılar, abanıyorlar ama korkarım ki, 10 yıl önce olduğu gibi yine avuçlarını yalayacaklar. Demokrasi ve
özgürlük, önüne çıkan bu tür molozu sürükleyip götürebilecek kadar güçlü akıyor bu ülkede.