İktidar ve anamuhalefetin medya ile
buluşma toplantıları, iki siyasi çizgiye dair ipuçlarıyla doluydu. Bir yanda İstanbul'da yıldızı parlayan, şiir okuduğu için hapse düşen, manşetlerle savaşa savaşa
iktidara tırmanan, 8 yıldır hiç
seçim kaybetmeden merkeze yerleşen
AK Parti lideri ve
Başbakan Erdoğan.
Diğer yanda, rejimin en büyük çelişkilerini barındıran bir grubun içinde doğup bürokraside yükselen, siyasete girip manşetlerin desteğiyle İstanbul'da
başkanlık yarışına giren, seçimi kaybetse de halktan kopuk
CHP'li tipinden uzak göründüğü ölçüde sempati kazanarak partisinde öne çıkan,
kaset skandalı sonucu bir anda anamuhalefet lideri olan Kılıçdaroğlu.
İkisi de sistemle sorunlu çevreden gelen iki insanın hikayesi, nefret ve sempatinin ötesinde yan yana getirilse, Türkiye'nin farklı gerçekliklerine dair ne çok şey öğreniriz. Keşke, ama onu burada yapmak zor. Bu yüzden sadece iki toplantının, ev sahibi parti ve liderleri hakkında ne fikir verdiğine değinip, son toplantıdan çıkardığım sonucu paylaşacağım.
12 Eylül'den galip çıkan taraf ve Başbakan olması nedeniyle Erdoğan daha avantajlıydı. İki liderin de özgüvenle, muvafık ve
muhalif bütün medyanın karşısına çıkması olumluydu. Ama fark da hemen burada başladı. Erdoğan, kendisini kıyasıya eleştiren Sözcü'den, çalışanlarının bir kısmı Silivri'de bulunan
Ulusal Kanal'a kadar en muhalifleri bile davet etmişti. Halbuki Kılıçdaroğlu, Akit'e a
kredite uygulamıştı. CHP lideri, neden böyle yaptığına dair sorulara
cevap bile vermedi.
Erdoğan'ın davetiyesi adresimize ulaşmış olmasına rağmen Genel Başkan Yardımcısı
Hüseyin Çelik bizzat arayarak teyit etti. CHP'den ise önce genel bir e-
mail geldi; sonra da parti sekretaryasından bir görevli katılıp katılamayacağımızı sordu. Erdoğan, başbakanlığın avantajıyla misafirlerini Dolmabahçe'deki ofisinde ağırlarken, CHP'nin
tercihi
Ortaköy Radisson Otel'di. Sarayın mütevazı bir bölümü olsa da Dolmabahçe'nin tarihi değeri büyüktü, ama CHP'nin seçtiği mekan da Mecidiye Camii ile
Boğaziçi Köprüsü'nü birleştiren, geldiğinde Bush'un da tercih ettiği muhteşem manzarasıyla partinin
açılım söylemine uygundu. AK Parti, kafaların dinç olduğu sabahı; CHP akşamı tercih etmişti.
Toplantılar kurumsallaşma düzeylerini de gösteriyordu. Erdoğan'ın toplantısında, kurmaylarının ve gazetecilerin oturacağı yerler, soyisim sırasına göre önceden belirlenmişti. CHP'de bir
hazırlık yoktu. Ayakta kalan gazetecilere, lidere eşlik eden siyasiler yer vermek zorunda kaldı. Soru sormak için kullanılan gezici
mikrofon sürekli tekledi. Erdoğan, bazı cevapları kurmaylarına bırakırken, Kılıçdaroğlu hepsini kendi cevaplamaya çalıştı. İki lidere de yandan not desteği vardı. Ama AK Parti'nin aksine, CHP'nin toplantısında kurmaylardan birinin konuşulanları not aldığını görmedim. İki lider de giriş ve çıkışta misafirlerinin elini sıktı. Erdoğan, çıkışta sembolik bir
hediye sunarken, üyelerin kredi kartından 1 TL kesecekleri açıklamasına uygun olarak CHP yemek ikramıyla yetindi. İki toplantıda da soru sınırı yoktu, ama iki liderin de cevap vermekten kaçındığı sorular oldu. Sorular tükenince
Gürsel Tekin liderine ve gazetecilere soru sorma ihtiyacı hissetti. İki toplantı da medyada artan çok sesliliğin kanıtı gibiydi. Ama iki liderin de ortak yanı, medyadan şikayetçi olmalarıydı. Az da olsa iki liderin de özeleştiri yapması güzeldi.
Peki sonuç? Referandum galibiyetiyle güven tazeleyen ve rahatlayan Erdoğan'ın amacı, tüm Türkiye'yi kuşatan lider olduğu mesajını vermekti. Kılıçdaroğlu ise her kesimden her soruya cevap vererek liderliği üzerindeki tartışmayı bitirmek istiyordu. Belki de bunun için
Önder Sav yoktu.
Yolsuzluk, özgürlükler, Kur'an kursları, AB, AK Parti'nin
İran politikası hakkında önemli şeyler söyledi. Ama CHP'nin 29
Ekim resepsiyonuna nasıl tavır alacağı polemiği sayesinde toplantı, partinin neden güven vermediğinin ve liderlik sorununun ne kadar derin olduğunun delili oldu. Dışarıda partinin yetkili ismi resepsiyonun boykot edileceğini duyururken, karşımızdaki lider '
29 Ekim'e çok var' diyor; peş peşe sorular karşısında adeta kıvranıyordu.
Söz alan 'en
yandaş' gazeteciler bile, CHP'deki değişim çabasını takdir edip, iktidar alternatifi olmasını ifade ederken, toplantı CHP'nin bundan ne kadar uzak olduğunu gösterdi. Ve bütün iyi niyete rağmen geceye damgasını vuran 'İyi reklam kötü ürünü batırır' kuralıydı.