Türkiye enteresan bir
ülke.
Sürprizi ve krizi bol.
Ama aynı zamanda kendini tekrar etme özelliğine de sahip.
Belli periyotlarla, bazı olayların ağır çekim tekrarını yaşıyoruz.
Şöyle ki; Hanefi
Avcı'nın makam odasından çıktığı iddia edilen
ses kayıtları gündeme
bomba gibi düştü. İddiaya göre birileri herkesi dinlemiş ve arşivlemiş.
'Yasa dışı dinlenildiği' iddiasıyla ortalığı yangına veren bir ismin telekulakla itham edilmesi ayrı bir konu ama herkes 'Avcı gibi tecrübeli bir müdürün dinleme kayıtlarını neden odasında tuttuğu?' sorusuna
cevap arıyor.
Daha önce de söylediğim gibi bu makul bir soru. Bu arada not edelim:
Telekulak yaygarası yapanların söz konusu Avcı olunca 'Yapmamıştır, saçma' deyip topu taca atması da manidar.
Ama biz bu durumla ilk kez karşılaşmıyoruz...
Ergenekon sürecinde de benzer durumlarla karşılaşmıştık. Özellikle
Veli Küçük ve Şener
Eruygur başta olmak üzere çok sayıda Ergenekon sanığının evinde, ofisinde silahlar, fişlemeler, suikast planları çıkmıştı.
O zamanda 'Böyle bir tedbirsizliği nasıl yaparlar ?' sorusu gündemi meşgul etmişti.
Aslında sorunun cevabı çok karmaşık değil.
Güvenlik bürokrasisinde bir 'arşivleme merakı' vardır. İmza attıkları önemli evrakların bir kopyasını alırlar.
Aynı zamanda bazı üst düzey bürokratlarda özgüven patlaması da vardır.
Veli Küçük de
Şener Eruygur da
Levent Ersöz de Levent
Bektaş da 'Bize bir şey olmaz' düşüncesindeydi.
Avcı'nın da gözaltına alındığı gün yakın çevresine 'Beni gözaltına alamazlar, evimi arayamazlar' dediği biliniyor.
Gelelim Avcı'nın evi ve ofisindeki
aramalara.
Bu konudaki en sağlam veri şüphesiz arama-el koyma-muhafaza altına alma tutanakları.
Avcı'nın hem evi hem de makam odası 28
Eylül günü eş zamanlı aranıyor.
Savcı Hasan
Gönen; beraberinde zabıt katibi ve 7
polis memuru, iki
kamera eşliğinde arama yapıyor.
Tüm arama kayda alınıyor. Saat 11.05'te başlayan çalışma
akşam 21.00'de bitiyor.
Tek tek numaralandırılıp
delil torbalarına yerleştirilen bulgulara göre Avcı odasını pek boşaltmışa benzemiyor. Çünkü
laptop, USB bellekler, harici hard diskler, cep telefonları ve çok sayıda CD var. Hatta emniyetle ilgilisi olmayan kitap ve CD'ler de masada duruyor.
Bugün tartıştığımız ses kayıtları ise '10 numaralı delil' başlığında 'dinlenme odasında, gardırobun üzerindeki
siyah çanta da çıkan 24 adet teyp kaseti' olarak tutanağa geçiyor.
Evinde ise aynı anda Savcı Aydın Tekin eşliğinde arama yapılıyor.
Şenay Avcı nezaret ediyor ve 5. saatin sonunda tutanağa 'Herhangi bir zarar ziyan yoktur'
imzasını atıyor. Tüm arama da kameralarla kaydediliyor.
Avcı odasını topladığını, bulunanların kendine ait olmadığını söylüyor.
Fakat
Eskişehir Emniyeti'ndeki herkes Avcı'nın odasını toplamadığını teyit ediyor. Hatta 31 Ağustos'ta Taraf'tan Mehmet
Baransu ile makamında 'teyp kırdıran bir
röportaj' da yapmıştı.
Üstelik, ses kayıtları basına yansıyıncaya kadar yani 28 Eylül'den 10
Ekim'e kadar 'Odamda çıkanlar benim değil' demedi.
Oysa tutanağın bir kopyası ailesine ve avukatlarına da verilmişti. Dikkatini çeken bir anormallik varsa
itiraz etmesi gerekmez miydi?
Ayrıca, kendini Silivri'de ziyaret eden
CHP heyetine 'Onlar
müzik kasetidir' demişti.
Yani, Avcı 'Nasıl olsa bir şey olmaz' diyerek kendince en güvenli yerde arşivlemiş ses kayıtlarını. Bu haliyle de
Titanik'in kaptanı John Smith'e benziyor denebilir. Smith de özgüven patlamasıyla 'Bu gemiyi tanrı bile batıramaz' demişti.
Kaldı ki, burada konu o ses kayıtlarının nerede bulunduğu değil. Nerede nasıl bulunursa bulunsun, ortada bir telekulak skandalı var.
Kılıçdaroğlu'na
mahalle baskısı
Krizsiz duramayan Ankara'nın yeni bir polemiği oldu. CHP,
29 Ekim resepsiyonunu
protesto ediyor. Gerekçe ise Gül'ün bir ayıba son vererek Çankaya'da tek resepsiyon uygulaması.
Hiç şüphesiz bu durum baş
örtüsü tartışmalarını da alevlendirecek. Çünkü CHP yönetimi olaya kamusal alan boyutuyla yaklaşıyor.
Hayrunnisa Gül'ün resepsiyonda olmasının ilköğretimde başörtüsünün önünü açacağı iddiasındalar.
İddia zorlama olsa da CHP'deki havayı yansıtması açısından önemli. Çünkü Kılıçdaroğlu genel başkan koltuğuna oturduktan sonra partinin eksenini kıpırdattı.
Geleneksel CHP seçmeninin hassas olduğu başörtüsü konusunda esnek davrandı. Hatta sorunun çözümü konusunda inisiyatif de alma niyetini ortaya koydu.
Fakat bu yüzden parti içinden ve tabandan inanılmaz tepki gördü. Hafta sonu yapılan
Abant toplantısında, dün yapılan MYK toplantısında bu konuda ağır eleştiriler aldı. Yani Kılıçdaroğlu ağır bir mahalle baskısı altında denebilir.
Burada bir ilginçlikte şu.
Önder Sav'a yakınlığı ile bilinen
Muharrem İnce'nin grup kararı olmadan resepsiyona katılmayacaklarını açıklaması dikkat
çekici. Sav'ın emrivaki ile Kılıçdaroğlu'nun başörtüsü açılımına
darbe vurduğunu söylemek mümkün.
CHP aynı zamanda bu tercihiyle başörtüsü açılımını da bitirdi denebilir. Çünkü Hayrunnisa Gül'ün başındaki örtü sebebiyle Çankaya'ya çıkmayan bir CHP toplumda başka türlü anlaşılır.