Tutuklu
emniyet müdürü Hanefi Avcı'nın kitabından sonra yeni bir furya başladı. Avcı'nın iddialarını inandırıcı bulmayanlar bile, 'ama cemaat de suçsuzluğunu ispat etsin' cümlesini eklemeyi
ihmal etmiyor.
Hukuk, ispatı iddia sahibine yüklüyor. Suçlanana "hadi bakalım aklan da görelim" demenin bırakın hukuk, düz mantıkla izahı mümkün değil. Kulağa hoş gelen moda cümlelerden biri de "cemaat şeffaflaşsın". Eskiler bu durumda '
teklif-i malayutak'; 'güç yetirilemeyecek teklif' derlerdi.
Öncelikle cemaat kavramına ve onun dar çemberine
itiraz var. Bu insanlar kendilerine 'cemaat' değil 'hareket' diyor.
Fethullah Gülen'in ifadeleri içinde 'kapıyı herkesin girebileceği şekilde' inşa ediyorlar.
Cemaat, belirli elekler ve şablonlar kullanırken, hareket herkese ulaşmaya çalışıyor. Senede bir defa
kurban verene de, tek başına okul yaptırana da yer var, burada. Köyde çay hasadından öğrencilerin payını ayıran
Şaban amca da, Rusya'daki okulun açılması için çaba sarf eden
işadamı Üzeyir Garih de aynı şemsiyenin altında yer bulmuş. Bunları listeleyip açıklamaya kimsenin hakkı ve yetkisi yok. Zaten böyle bir liste yok. Kurban veren isterse gidip elleriyle Şırnak'ta veya Nairobi'de dağıtabiliyor.
Okul yapan zaten bütün süreci başından sonuna bizzat yürütüyor. Alın size şeffaflık.
Ayrıca
Hocaefendi'den daha şeffaf birini tanımıyorum. 60'lı yılların sonundan beri neredeyse ağzından çıkan her cümle
kayıt altında. En ücra kasabalarda yaptığı konuşmaların dahi bant kaydına ulaşılabilir. Sayısını bilmediğim ama onlarca olduğunu tahmin ettiğim kitaba
imza atmış. Türkiye'de kendisiyle görüşmemiş gazeteci neredeyse yok. Pek çok akademisyen ve işadamı çeşitli ortamlarda dinleme ve tanışma fırsatı bulmuş. Özelini kamuya bu kadar açmış bir insana şeffaflık çağrısı yapmayı insafla bağdaştıramıyorum. Toplumun dikkatine sunulmuş her kitap ve konuşma aslında denetlenmeye hazır olmayı ifade eder.
Kamu vicdanı bu denetlemeyi yapar ve yapmış. Söylenenler makul ve doğru bulunmuş; tavsiyeler pratiğe aktarılmış. En
muhalif gözler açık bulma umuduyla kelimelerini masaya yatırmış. Suç unsuru bulunamamış, bulduğunu ileri sürenlerin suç isnatları mahkemelerden dönmüş. Bundan âlâ şeffaflık mı olur?
Gelelim
bürokrasi meselesine. Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte,
Menemen gibi provokasyonlardan sonra
dindar halk devletten küstürüldü. Babalarımız 'gâvur olmamak' için okula gitmemiş. Sonraki kuşağın okuyabilmesi adına imam hatip liseleri alternatif olarak ortaya çıkmış.
Fethullah Gülen Hocaefendi ise tam tersi iddiayla sesini yükseltmiş. 'En büyük düşmanımız cehalettir' düsturunu mücadelesinin birinci ilkesi yapmış. Pozitif bilimleri okumanın dinden çıkarmayacağını, hukuk tahsilinin
küfür olmadığını, felsefenin cehenneme götürmeyeceğini anlatmış. İnsanları çocuklarını okutmaya, daha ötesinde okul yapmaya ikna etmiş. Tavsiyeleriyle kurulan okullar dünya ile yarışır hale gelmiş. Devleti, milletin ihtiyaçlarını görmek üzere kurgulanmış bir mekanizma, sosyal yaşamı kolaylaştıracak bir cihaz biçiminde anlatarak küskünlükleri tedaviye uğraşmış. 'Hata yapanlara takılmayın, bu devlet bizim' demiş. 'Eğitimi ihmal etmeyin; çiftçilikle,
küçük esnaflıkla yetinmeyin' şeklinde
Anadolu insanının önüne vizyon koymuş. Fena mı yapmış? Hocaefendi'nin ayırt edici özelliği olan vatanseverlik tanımı, "her alanda eğitimli yetişmiş insan olma"yı gerektiriyor. Bunun neresi yanlış?
Bugünlerde yeni ve çelişkili tartışmalar üst üste açılıyor. "Alanında öne çıkmış başörtülü kadın niye yok?" diye soruyorlar. Atom bombasından sonraki en ölümcül
silah olan 'kamusal alan'ı
icat edin. Kocasının yanında bile varlığına tahammül etmeyin. Cumhurbaşkanı eşi olmasını dahi hazmetmeyin.
Akademisyenleri kapı önüne
koyun, özel sektörde hayat hakkı tanımayın, sonra dönüp bunu sorun! Hele 'Başörtülü muhabir çalıştırır mısınız?' sorusunu tartışmış ve büyük çoğunluğu 'hayır' cevabı vermiş medyanın böyle bir suale hakkı yok.