Üç adamın “değişim” macerasını merakla izliyorum. Aykut
Kocaman, Bernd
Schuster, Şenol
Güneş.
Üçü de büyük kulüplerin
teknik direktörlüğünü yapıyor.
Üçü de
şampiyonluk hedefini kovalıyor.
Ama farklı adamlar bunlar...
İşbaşı yaptıklarında
şampiyonluk için yola çıktılar elbette...
Ama üçünün de ellerinde yollarını aydınlatacak “değişim”in feneri vardı.
O nedenle yaptıkları işin kolay olmayacağını, her şampiyonluk mücadelesinin bilinen zorlukları yanında geleneksel yerleşik anlayışla da çatışacaklarını biliyordum.
Aykut Kocaman, Fenerbahçe’de işbaşı yaparken, Daum’la birlikte yaşadıkları hayalkırıklığının ve travmanın yükü vardı sırtında. O yükü taşımak hiç de kolay değildi...
Ama çabuk kurtuldu. Değişim ilkelerini yavaş yavaş, gün geçtikçe artan bir güvenle hayata taşımaya başladı.
Kocaman’ın değişim programındaki en önemli ve çarpıcı hamle, Fenerbahçe’nin yıllardır
Alex ve arkadaşlarından kurulu “keyfe endeksli”
Brezilya omurgasını çözüp Emre’ye de
yetki ve öncelik tanıyan farklı bir omurga oluşturma çabasıydı.
Bunu anlamakta herkes, hepimiz zorlandık. Medyada kolaycı arkadaşlar, hemen “Kocaman Alex savaşı”nın tamtamlarını çalmaya başladılar.
Öyle olmadığı çabuk anlaşıldı. Aykut Kocaman, iki ay içinde gösterdi ki, Fenerbahçe’nin kadrosundaki
futbolcuların tümünden de yararlanmak niyetindedir. Kimseye karşı özel tavrı ve kastı yoktur. Ama kimsenin de ayrıcalığı yoktur.
Niang gibi ligimizde iz bırakacak bir santrforun da katılımıyla Kocaman hem saha sonuçlarıyla yoluna devam ediyor, hem de Alex’ten Emre’ye, Topuz’dan Okan’a, Gökhan’dan Kazım’a kadar herkese bu değişim macerasında ciddi ve onurlu ortaklıklar sunuyor.
Bernd Schuster, en kestirme yoluyla söylersek,
Beşiktaş’ta Mustafa Denizli’nin
savunma karakteri ile şampiyonluğa ulaştırdığı
takımı bu yıl hücum karakteriyle oynatıyor. Elbette büyük bir değişim bu...
Oyunu geride kabullenip fırsat çıktığında vurarak oynamak, Mustafa Denizli’nin elindeki kadroya en uygun seçimdi. Ama
Quaresma ve
Guti ile hücum ve yaratıcı oyun karakteri gelişen takım, Schuster’le en merakla seyredilen, santradan bitiş düdüğüne kadar maçın her anında coşku ve heyecan yaratan bir futbol sergiliyor. Futbol sevdalısı, ama Beşiktaşlı olmayan arkadaşlarımın da artık Beşiktaş maçlarını kaçırmadığını görüyorum. Schuster’in bizim toplumumuzda yadırganan sözleri ve davranışları olabilir. Bunları zamanla daha anladığımız biçime dönüştüreceği de kesindir. Mehmet
Aurelio transferiyle zaman zaman savunmaya yapışıp kalan oyun merkezi gibi yanlışlara karşı önlem alırsa,
Alman hocanın da Beşiktaş’ta kalıcı izler bırakacağına inanıyorum. Hele
Avrupa macerası, bu yıl Beşiktaşlıların özlediği bir iklim yaratıyor. Umarım, orada da Schuster’in çok alışık olduğu “bahar maçları”nı oynar Beşiktaş.
Şenol Güneş, Trabzon
spor’un ruhunu genlerinde taşıyan bir hoca...
Güney Kore’de hem kariyerini, hem de ufuklarını geliştirdi. Kendini adeta yeniden programladı.
Trabzonspor’a dönüşü gerçekten muhteşem oldu. Saha sonuçlarında bugüne kadar hiçbir büyük maçı kaybetmemesi, en büyük kredisidir. Ama bunlardan bazısını kaybetmiş olsa dahi takımı için gerçek bir buzkıran gemisi kaptanıdır o.
Engin’den Umut’a, Colman’dan Alanzinho’ya, Teofilo’dan Selçuk’a, Giray’dan
genç Mustafa Yumlu’ya kadar kadrosundaki her futbolcuya
emek veriyor, onların kariyerini geliştirmek için
sabır ve ısrarla çalışıyor. En büyük kazancı ve katkısı da
kaleci Onur’dur.
Şenol Güneş, her biri farklı dünya görüşüne ve
yönetim anlayışına sahip Trabzonspor camiasını birleştiren ve bütünleştiren adamdır.
Üç adamın da değişim macerasını saygı ve hayranlıkla izliyorum.
Elbette şampiyonluğu kaybedebilirler,.
Ama bugünden söyleyeyim, şampiyonluğu kaybetseler dahi takımlarına kazandırdıkları yeni ruh ve kalite Süper Lig’imizin
marka değerini yükselten en büyük
miras olacaktır.
Etik bir sorun
Bülent Uygun,
Bucaspor’a 26 yeni transfer yaptırdıktan sonra ilk 7 haftada başarı gösteremeyince görevi bırakmak zorunda kaldı.
Altyapısıyla haklı bir saygı kazanmış Bucaspor kulübünün Süper Lig’e bu kadar yeni adamla başlaması elbette kolay bir şey değildir. Çok doğru olmadığı da görülmüştür.
Karabükspor ise şampiyon kadrosunu dağıtmadan, teknik direktörüyle de ayrılmadan gelmiştir Süper Lig’e...
Başarısı ortadadır.
İki farklı
uygulama, iki farklı tablo.... Kesin doğruyu, yanlışı ayırmadan önce
sezon sonuna kadar bekleyelim, derim.
Bülent Uygun olayında beni asıl sarsan konu,
Eskişehirspor’la oynadığı maçtan hemen sonra Buca’dan ayrılıp
istifa imzasının mürekkebi kurumadan
rakip takımın başına geçmesidir.
Hemen her fırsatta sportmenlikten, iyilikten, zaman zaman dinsel referanslara da başvurarak doğruluktan örnekler veren Uygun’un seçimi maalesef pek şık olmamıştır.
Türkiye Futbol Federasyonu’nun Eskişehirspor ve Uygun’u bu nedenle Etik Kurul’a sevketmesi bence zorunluydu.
Şimdi hem vicdanları, hem de kamuoyunu tatmin edecek bir karar bekliyoruz.
Avrasya Maratonu
32. Avrasya Maratonu Pazar günü koşulacak. Biliyorsunuz, bu geleneksel
yarışı yıllardan beri
İstanbul Belediyesi düzenliyor.
Belediye zaman zaman sporla siyaseti birbirine karıştırdı. Organizasyonda sportif kalite ile popülizm birbirine karıştı.
Umarım bu defa daha derli toplu, kaliteli bir yarış izleriz.
Belediye Başkanı Sayın
Kadir Topbaş, bu yıl maratonla ilgili basın toplantısına bizzat katıldı. Lig Radyo’da da “Spor Hayattır” programımıza bağlanıp bir açıklamada bulundu :
“- Bu yıl sporcularımızı da
teşvik amacıyla
yabancı şampiyona 50 bin dolar,
yerli şampiyona 100 bin lira vereceğiz” dedi.
Bir tür yasal
doping...
Ama bu uygulamanın daha şık ve ayrımcılık hissi vermeden “şampiyonluk
ödülü” ve “teşvik ödülü” olarak ayrılması gerekir diye düşünüyorum.
Avrasya Maratonu’nda bu yıl toplam ödül 1 milyon dolar...
İstanbul gibi bir
kent için çok mütevazı bir rakam...
Ödül miktarı en az 10 milyon dolar olmalı.
O zaman Avrasya’yı maratonda gerçek bir dünya markasına dönüştürebiliriz.