Sevgili Cüneyt,
Canım Kardeşim,
Şu ana kadar benim hakkımda üç tane yazı yazdın.
Dün gece de uzun uzadıya seninle ‘tweeter’da yazıştık. Ama dedim ya, sen ön yargı ile girdiğin için tweeter’a ve ‘ön yargıyı kırmak atomu parçalamaktan zordur’ sözünü ispatlarcasına da yola devam ettiğin için ve sonradan da ‘
dava açıcam, mahkemeye gidicem’ diyerek bağırarak çıkıp gittiğin için, hiç anlaşamadık / konuşamadık. Ayrıca dava açacaksan da aç, sen bilirsin. Elinden geleni arkana koyma.
Halep oradaysa, arşın da burada…
Tanrı’ya
şükür ki, senin ikiyüzlülüğünü ve çok fazla histerik abartılarını sana ifade edecek,
Nazlı Ilıcak, Emre
Uslu,
Aydoğan Vatandaş ve hala hiçbir parçası silinmeden duran –kader inancımı pekiştiren- twitter’ın yazılı dokümanları ortada,
yerli yerince duruyor. İsteyen tüm twitter dostları da oradan okuyabilirler…
Cüneyt
Özdemir’i hiç tanımam. 5N1K da ilgi ile seyrettiğim ve bilgi dağarcığıma artı değerler kattığına inandığım CNN-Türk deki Cüneyt Bey’in programı. Seyrettiğim bazı 5N1K’lardan sonra, e-
mail atmışlığım vardır. Sanıyorum; gene Cüneyt Bey’in ön yargısı ile ‘beni tehdit mi ediyorsun?’ diye baya absürt bir
yanıt almıştım ve hayret etmiştim.
14 Ocak 2009 tarihinde EMNİYET’İN ERGENEKON PR’I TEK KELİME İLE BERBAT! başlığıyla
Cüneyt Özdemir şunları yazar; ‘…
Emniyet Genel Müdürlüğü öyle ya da böyle, sevin ya da eleştirin son yılların en büyük
soruşturmasını yürütüyor ancak bunun doğru ya da yanlış resmi olarak arkasında durmuyor. Resmi şeffaf bir kurum gibi değil bir istihbarat örgütü gibi ketum davranıyor. Hiç kimse
İstihbarat Dairesi
basın toplantısı yapsın demiyor ama
Ordu’nun bile bir düzene koyduğu rutin basın toplantısı ne yazık ki Emniyet’in ufkunda gözükmüyor….’ değerlendirmesinde bulunuyor ve adet olduğu üzere
emniyete çakıyor. Çünkü emniyete, cemaate ve garibana
çakmak çok moda ‘medyatör’lerin yaşamında... Hele sözde emniyetteki cemaate ise nasıl vurursan vur. Yeter ki Hanefi
Avcı’nın kitabından bağlantı kur…
Daha sonra da yazısına devam ediyor ve bu seferde iki kişiye çakıyor Cüneyt Özdemir; ‘…O zaman ne oluyor? İş kraldan çok kralcılara düşüyor. Dışarıdan b
akıldığında fiili olarak Emniyet’in sözcüleri
Önder Aytaç ve Emrullah Uslu adlı iki ne iş yaptığını anlayamadığım
Taraf yazarına düşüyor…’ diyor. Bunu derken de; kendi ön yargısını kusuyor –onun kelimeleriyle- ‘kraldan çok kralcı’ olarak bizi görüyor ve bize çakıyor. Çünkü bize çakmak da moda ‘medyatör’lere göre…
Ve devam ediyor Cüneyt Özdemir; ‘…Bu ikilinin ne iş yaptığını samimi olarak anlayamadım. Çünkü
köşe yazarı desem iş yalnızca polemik de kalmıyor Emniyet adına konuşan bir üslup var.
Akademisyen desem fazla bağımlı ve fazla resmi bir akademisyen kimlik.
Polis desem e kendi tabirleri ile polis de değil. O kadar çok kimlik var ki onların da kafası net değil. Mesela
Önder Aytaç anladığım kadarı ile sosyal hayatında tüm kimliklerin ötesinde ‘
Kültür Bakanı Danışmanı’ kimliğini kullanmayı seviyor ki harbiden ne alaka anlamış değilim…’ diyor. Ne yaptı Cüneyt Özdemir; bana anlayamadığı bir konuda hem de samimi samimi çakıyor, akademisyen olamazmışım, fazla resmi ve fazla bağımlıymışım, polis de değilmişiz, sosyal hayatta da Kültür
bakanı
danışmanıymışım ki onu da anlamış değilmiş Cüneyt Bey. Ne yaptı burada da, bana çaktı, akademisyenliğimize çaktı, emniyetçiliğimize çaktı, bakan danışmanlığımıza çaktı. Çünkü bana çakmak moda ‘medyatör’lerimize göre…
Ve sonra da devam ediyor yazıya Sayın Özdemir; ‘…Bu ikili ve Taraf hakkındaki tüm
komplo teorilerini bir kenara koyarak yazıyorum bu satırları. Üzerlerinde
üniforma olmayan ve resmi bir emniyet temsilciliği bulunmayan bu ikili köşelerinden gazetecilerle polemikten öte tehdite varan bir polis dili kullanmaktan çekinmiyorlar.
Askerlere karşı kibirli ve buyurgan tavırları ise bir Taraf okuru olarak beni bile rencide ediyor…’ diyor. Bir diğer ifade ile bena ve Taraf’a komplocu olduğumuz ithamı / iddiası ile çakıyor, gazetecilerle polemik yaptığımız için çakıyor, tehdit ediyorlar diye çakıyor, polisin sert dilini kullanıyoruz diye çakıyor, askere karşı kibirli ve buyurgan bir söylemimiz var diye çakıyor, Taraf okuru olarak o bile rencide oluyormuş deyip çakıyor… Vay be!.. Ona göre biz, baştan sona hatalı ve yanlış yoldayız. Tanrı aşkına dil kalıbına ve söylemlerine bakar mısınız Bay Özdemir’in?..
Bununla yetinmeyen Bay Özdemir,
makalenin devamında da; ‘…Üstelik herkesin desteklemek zorunda olmadığı yine komploları pas geçiyorum Taraf bir dünya görüşüne sahip gazetenin köşesinden yapıyorlar tüm bunları…’ demeyi de
ihmal etmiyor. Yani biz komplolar üretiyoruz diye çakıyor, Taraf üzerinden bunu yaptığımız için gene çakıyor. Amma da hatalıymışız be Cüneyt Bey!.. İyi ki söyledin de bunları görebildik…
‘…Bu yazının konusu bu ikilinin Türk basının en tuhaf üsluplu köşesi değil ama Emniyet Genel Müdürlüğü de bu ikilinin babasının malı da değil. Peki o zaman nerede bunca operasyona
imza atan koskoca teşkilatın sözcüsü, halkla ilişkilercisi, resmi muhatabı...’ diye yazarak da, gene utanmadan sıkılmadan aşağılamaya devam ediyor. Türk basınının en tuhaf üsluplu köşesini yazmakla bize çakıyor, Emniyet bizim babamızın malıymış gibi olduğunu söyleyerek, hem EGM’ne ispiyonluyor hem de çakıyor. Emniyete de gene çakarak nerede sizin sözcünüz, halkla ilişkilerciniz ve resmi muhatabınız diye soruyor. Kısacası kaleminden kan, mürekkebinden de
zehir damlıyor Cüneyt Bey’in… Çünkü tek o gerçek gazeteci ve dipnot.tv de babasının malı ya…
‘…
Susurluk biraz da Emniyet içinde cesur kişilerin konuşması ile Susurluk olmuştu…’ derken Emniyetten kendi dostu
Hanefi Avcı gibi bazılarının konuşmasını, konuşan emniyet akademisyenlerine de susmasını öğütleyen, garabet bir yaklaşım sergiliyor makalesinde Cüneyt Özdemir Bey…
24 Ocak 2009 tarihinde de İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY’A AÇIK DİLEKÇE başlığıyla bir diğer makale yazan Cüneyt Özdemir, sanki bir papağan gibi, ilk makalesinde söylediği insanların, atılmamış / cezalandırılmamış / hadleri bildirilmemiş olmasından kaynaklanan tatminsiz bir ispiyoncu edasıyla, yine aynı konulara
parmak basarak çakmaya şöyle devam ediyor;
‘…Bir polis susuyor bir polis açıkça fikirlerini gazetede köşesinde yazıyor. Üstelik zaman zaman kendisi gibi üniformalı memur meslektaşlarına çok ağır ithamlarda bulunarak. Tüm bu ithamlar karşısında meslektaşları ister polis ister asker susmak zorunda kalıyor. Çünkü
yasa konuşmalarına izin vermiyor…’ diyerek, fikirlerini söyleyen emniyetçilere çakıyor, bu emniyetçilerin gazetede yazmasına çakıyor, gerçekleri söylemelerini, meslektaşlarına ağır ithamda bulunmak şeklinde yorumlayarak çakıyor, yasa ile asker ve polise konuşma hakkı verilmediği için, siz niye konuşuyorsunuz diyerek çakıyor. Sonra da bunu İçişleri Bakanına dilekçe haline getirerek, neredeyse neden cezalandırmıyorsunuz bu akademisyenleri, neden konuşturuyorsunuz diyerek, kovculuk yaparak / şikayet ederek çakıyor. Hem de neredeyse, hay senin
özgürlük anlayışına dedirtecek kadar… Mutlu ol Cüneyt Özdemir sayende ayrıldı
Emre Uslu emniyetten!..
Bay Özdemir yazdığı dilekçesinde; ‘…Sayın Beşir
Atalay, … Biz bunca zorlukla görevdeki Emniyet ya da Ordu mensuplarının güncel olaylara bakışlarını öğrenmeye çalışırken, teşkilatınız içinde görev yapan memur Emrullah Uslu (sağlık nedenleri yüzünden uçup dönemeyip mahsur kaldığı Utah’dan) Taraf gazetesinde ne iş yaptığını tam olarak tesbit edemediğimiz (danışman, akademisyen,
polis koleji hocası, yazar vb) Önder Aytaç ile birlikte düzenli olarak yazılar yazıp güncel olayları net ve sert bir biçimde yorumluyor eleştiriyorlar…’ diye yazıyor ve önce Emre Uslu’ya hem memur diyerek aşağılıyor hem de ABD’den dönmedi diye çakıyor. Sonra da bana, -lütfen üsluptaki seviyesizliğe ve ispiyonculuğa bakın- Taraf gazetesinde benim ne iş yaptığımı bilemediğini ifade ederek aşağılıyor ve çakıyor. Halbuki bir köşe yazarı ne yapar ki bir gazetede köşe yazmaktan başka. Danışman, akademisyen, polis koleji -değil polis akademisi- hocası, yazar vb diyerek de aklı sıra kafa karıştırarak yine çakıyor. Olayları net ve sert bir şekilde ifade etmemizden de rahatsız olmuş bir özgürlük düşmanı olarak gene çakıyor. Aslında her bu çakmayı aklınca yaptıkça da kendisini, ne kadar özgürlük düşmanı faşist varsa onlarla aynı kefeye koyduğunu bile düşünemiyor. Çünkü Cüneyt Bey, 12
Eylül öncesinin polisine özlem duyuyor. Polis hala öyle olsun diyor. Konuşan, tartışan, çözüm önerisi sunan akademisyen olan, polisin hocalarına çakarak, kendini iş yapmış sanıyor ve çok ayıp ediyor…
‘…Kullandığı dili ve kendisi gibi
devlet memuru statüsündeki diğer resmi üniformalı meslektaşlarına sarf ettiği ağır ithamları bir kenara bırakarak şu sorulara yanıt vermenizi rica edeceğiz…’ derken de, kullanılan dili sert bulduğunu ifade ederek çakıyor, ispiyonluyor, meslektaşlarına ağır ithamlarda bulunuyor diyerek yine çakıyor, ispiyonluyor ve bundan da hiç utanmıyor…
‘…Emrullah Uslu’yu diğer devlet memurlarından ayıran bir özellik var mıdır? Binlerce Emniyet ve Ordu görevlisi pek çok konuda fikir beyan etmesi yasalarla engellenir ya da
kontrol altında tutulurken Emrullah Uslu’nun bunun dışında tutulmasının nedeni nedir? Sizin ya da üstlerinin özel izni ile mi bu yazıları yazmaktadır? Bu izin bulunmaktaysa gerekçesi neye dayanmaktadır? Hakkında bugüne kadar herhangi bir soruşturma başlatılmamasının ve görmezden gelinmesinin nedeni nedir?..’ diye sanki masumcaymış gibi soruları sorarak içindeki zehiri akıtıyor. Emre’yi diğer devlet memurlarından ayıran bir özellik mi var deyip çakıyor, fikrini beyan etmesinden rahatsız olduğunu söyleyerek, konuşmasın diyerek çakıyor, siz ya da üstleri mi izin verdi yazması için deyip çakıyor, izin verdiyseniz nasıl verebilirsiniz diye sorup çakıyor, neden bunun hakkında soruşturma başlatmadınız diye ispiyonlayıp çakıyor, neden görmezden geldiniz ve asmadınız bu adamı dercesine gene çakıyor. Çaktıkça da,
Necip Fazıl’ın söylemiyle; ‘…zamanı kokutanlar mürteci diyor bana / yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana…’ gibi bir hal alıyor.
Cüneyt Özdemir devamında da; ‘….Sayın
Beşir Atalay, şayet ortada resmi olarak bir tuhaflık yoksa kendini ifade gibi demokratik bir haktan diğer memurlarınızın da faydalanması için ne tür bir girişiminiz vardır, olacaktır? Bu soruları yalnızca kamuoyu adına değil görev başında güncel konularda en az Emrullah Uslu kadar akıl fikir sahibi olup yasalar nedeni ile ifade etmesi engellenen Emniyet ve Ordu mensupları adına da
cevaplamanızı rica edeceğiz…’ diyerek, mürekkebinden özgürlük düşmanlığı damlayan cümleler ile sonlandırıyor. Özünde Emre’ye tanınan hakların özgürlük olduğunu kabul etmesine rağmen, neden konuşuyor / yazıyor diye çakıyor, onun kadar akıl-fikir sahibi olanlar neden konuşamıyor diyerek çakıyor, diğerlerine de izin verilmiyorsa, bunlar da sussun diyerek gene çakıyor. Kısacası Özdemir, özgürlüğe çakıyor, insan haklarına çakıyor, düşünceye çakıyor ve adeta; ‘…büyüklerde, büyüklüğün alâmeti tevazu; küçüklerde küçüklüğün alâmeti ise, gurur ve tekebbürdür…’ sözünü doğruluyor.
Ne olur sevgili okurlar, ben size bir Cüneyt Özdemir tahlili / yorumu yapmadan, siz onu ve yazdıklarını nasıl değerlendirirsiniz? Nasıl bir Cüneyt Özdemir profili / tipoloji çıkarırsınız? Ne(ler) söylersiniz? Nasıl da cesur bir özgürlük savaşçısı mı
dersiniz? Yoksa insanların susturulmasının gerekliliğine parmak basan
12 Eylül artığı bir ‘medyatör’ mü dersiniz?
Ama daha bitmedi, hele bir de 11
Ekim 2010 tarihinde BECERİKLİ BAY ÖNDER AYTAÇ CEMAATÇİ ÇIKMADI! Başlığıyla yazdıklarını da okuyun ve sonra da kararınızı verin Sayın Cüneyt Özdemir hakkında… Bu tarihte de yazdıkları ilk iki yazdığı ile nasıl da birebir örtüşüyor, yeni hiçbir şey söylemiyor, yalnızca aklınca aşağılayarak kendisini dev aynasında görmenin megalomanlığını yaşıyor… Gelin beraberce göz gezdirelim;
‘…Önder Aytaç kimdir inanın çözebilmiş değilim…’ diyerek aşağılarken, bu cümle yazık ve çok acı ki aynen yukarıdaki ilk iki makalesinde de kullanılıyor.
‘…Polis akademisinde ders veren Kültür Bakanı danışmanı...’ derken de, bu cümle de hem İçişleri hem de Kültür ve
Turizm Bakanına beni ispiyonlamak ve sesimi kestirmek çabası ile yazılıyor ki bu da ilk iki makalede de aynen kullanılıyor. Bir diğer anlatımla, Cüneyt Özdemir’in
batı cephesinde değişen yeni hiçbir şey yok…
‘…Polis evinde ikamet eden…’ derken de aklı sıra beni aşağılıyor ve çakıyor. Evet, ben Bayık ve
Karayılan tarafından tehdit edildiğim için, can güvenliğimden dolayı Polis Evinde kaldım / kalıyorum. İnşallah sen de Cüneyt Özdemir, benim çektiğim sancıyı ve sıkıntıyı hayatın boyunca hiç çekmezsin ve hep evinde huzurlu ve mutlu yaşarsın. Ama çekersen, merak etme ben sana sahip çıkarım ve yardımcı olurum…
‘…Eski Taraf yazarı...’ diyor ki
evet öyleyim ve bundan da gurur duyuyorum. Sen paraya boğulurken, ben onurumla ve beş kuruşta para almaksızın
Türkiye’nin en itibarlı demokrat gazetesinde üç yıl köşe yazarlığı yaptım. Hem de senin gibilerin sürekli çakmasına, sataşmasına rağmen… Hem de emniyet gibi zor bir kurumda çalışmama rağmen… Hem de müsteşar yard gibi bir görevde kalmak pahasına inandığım değerleri için mücadele vermeme rağmen!...
Hemen arkasından da gene aşağılamaya devam ederek; ‘…
Bilgi Üniversitesi titrini kullanan ama Bilgi Üniversitesinde ders bile vermemiş bir akademisyen…’ diyor ki, bir hafiye zekasıyla / kıvraklığıyla demek ki beni üniversitede bile takip ediyor. Ama keşke bilseydi, üniversitenin
yönetim kuruluna da danışmanlık yaptığımı ve o titri de özellikle üniversitenin reklamına katkısı olsun diye kullandığımı ve bunu da Mütevelli Heyeti Başkanının ricası / isteği ile yaptığımı…
‘…Kendisine yönelik her eleştiriye
Gülen Cemaati üzerinden cevap veren, cemaat adına ahkam kesen bir tuhaf portre…’ diyerek de aşağılamaya ve çakmaya devam ediyor. Ben her eleştiriye Gülen Cemaati üzerinden yanıt veriyormuşum ki bu yalan. Adam benim ismimi gördüğü her yerde cemaatle beni özdeşleştirmeye çalışıyor ki bu gerçek. Cemaat adına ahkam kesiyormuşum ki bu da aşağılama ve çakmaya devam etmek… Çünkü cemaat adına Cüneyt Özdemir’in ahkam kestiğini
Nedim Şener 5N1K’da sana söyleyince nasıl da bozulmuş ve morarmıştın… Hatta sana Fethullahçı diyenlere de dava açacağını söyledin… ‘Tuhaf bir portre’ diyerek de aklınca çakıyor ama evet senin gözlükten bakılınca ‘tuhaf’ ve ‘portre’ olarak gözükmem çok normal, çünkü asıl sen Picasso’nun çalışmaları gibi bir garabet içinde gözüküyorsun bunu da bilmende yarar var…
‘…Kendi imzası ile geçtiğimiz hafta sonunda Samanyolu haber’de yayınlanan yazısı ve bu yazının içindeki bilgiler sıradan bir analizin çok çok ötesinde. Şu anda
tutuklu bulunan kişilerin
avukatlarında bile dava dosyası ile ilgili bu bilgilerin olduğunu zannetmiyorum…’ diyerek, kendisinin Hanefi Avcı dosyası ile ilgili hiç çalışmadığını, yalnızca eline verilen bilgilerle ve kendisine gönderilen mektuplarla haber yaptığını itirafta bulunmuş oluyor ve basın şehidi Uğur Mumcu’nun ‘araştırmacı gazetecilik’ söyleminden nasıl da uzak olduğunu bizlere ispatlıyor…
‘…Önder Aytaç’ın kimlerle nasıl bir ilişkiye girdiğini ve gizli yürütülen bir soruşturma dosyası hakkında nasıl olup da gazetecilerden hatta avukatlardan daha çok bilgi sahibi olduğu aslında beni de çok alakadar etmiyor…’ diyerek gene kendisi ile çelişkiye düşüyor ve ben Hanefi Avcı ile ilgili ilgi alanıma giren bu konuya gerçekten de çok çalışıyorum, araştırıyorum, inceliyorum, topluyorum... Keşke sen de çalışsan, okusan, araştırsan ve sadece eline verilenlerle haber yapmasan diyorum…
‘…Hadi beni alakadar etmiyor bu soruşturmayı yürüten savcılar bu durumdan neden rahatsız olmuyor onu da anlamıyorum…’ diyerek ilk iki makalesinde yaptığı saygısızlığı gene yapıyor ve beni bu seferde savcılara şikayet ederek, ispiyonlayarak görevini yerine getiriyor. Ancak bu durumu ile nasıl da acılanısı bir duruma düştüğünü göremiyor, algılayamıyor, kavrayamıyor…
‘…Ancak Önder Aytaç’ın geçtim dünü, geleceğe yönelik tehditkar yazılarını endişe ile okuyorum…’ diyor ki, ortada tek bir tehdit olmamasına rağmen, yukarıdaki makalelerinde de, önceden de beni hep tehdit edip, bana çakıp, beni benim üstümdeki kişilere / kurumlara şikayet etmesine rağmen, endişeleniyorum gibi bir söylem kullanıyor ki, bunu da anlamak neredeyse olanaksız gibi bir durum…
‘…Zira Aytaç bilerek ve kasten düşüncelerine katılmadığı gazetecileri
hedef olarak gösteriyor. ‘Sıranın onlara geldiğini…’ ima ediyor…’ diyen Cüneyt Bey, aynen ‘hırsızın alemi hırsız görmesindeki’ gibi bir durumu kendisi yaşıyor. Demek ki, yukarıda benim getirdiğim örneklemede de çok net görüldüğü gibi, hep onun gibi düşünmeyen insanları karalıyor, hedef gösterip mesleklerinden atılmasını arzuluyor ve hatta saldırarak kendi hatalarını örtmeye çalışıyor. Yazık ki ne yazık. Hem de çok çok yazık Sayın Özdemir!…
‘…Hatta dün
akşam ‘twitter’da işi beni yürütülen bir soruşturmaya sokuşturma çabalarına kadar getirdi…’ diye utanmadan sıkılmadan yalan söylüyor ve devamında da; ‘… Üslubuna baktığınızda kendisine ait bir polis teşkilatı hatta savcıları olduğunu operasyonu kendisinin yürüttüğünü düşünebilirsiniz…’ diyerek gene bana çakıyor, beni, yanlış ve hatalarını acımasızca eleştirdiğim, doğrularının ise canım kadar sevdiğim ve koruduğum emniyet teşkilatına ispiyonluyor ve savcılara da adeta suç duyurusunda bulunuyor ki; aynı davranışları aynı seviye eksikliği ile ilk iki makalesinde de yaptığını, yukarıdaki paragrafları okurken de görmüş ve ürpermişsinizdir sanıyorum!..
Sayın Özdemir; ‘…Mahrem bilgiler, geleceğe yönelik tehditler ile yılların gazetecilerini sindireceğini korkutacağını zannediyor. Ortaya attığı imalı sözler, cümleler hep bu tehdit tonunda…’ diyerek yalan söylüyor. Ben kim, sizin gibi yılların apoletli iliştirilmiş gazetecisini sindirmek kim? Ben kim, sizin gibi yazdığınız üç makalenizde de beni sürekli aşağılamak, çakmak ve sindirmek eylemini yapmak kim?.. Ayrıca ben imalı söz kullanmam,
direk söyleyeceğimi söylerim, hiç de tehdit etmem. Çünkü hayatımın hiçbir döneminde sizin gibi ‘medyatör’ ol(a)madım…
‘…Peki baştaki soruya geri dönelim. Kimdir bu Önder Aytaç?..’ diye çakmak ve aşağılamak şeklinde soru sormak yerine, azıcık gayret sarf edip anlamaya çalışsaydın, çok daha kolay olmayacak mıydı kavraman acaba?
Sayın Özdemir cemaate çok yakın olduğu için, ‘…Cemaatin önde gelen isimlerini arayıp sordum. ‘Önder Aytaç kendi şahsını eleştirdiğimiz her konuda ortaya cemaati atıyor, sizinle organik bir bağı var mı? Cemaatin sözcüsü mü, avukatı mı, temsilcisi mi?’ Cevap gayet net “Babasının bir gönül bağı vardır ama bizim bildiğimiz kadarı ile kendisinin resmi bir bağı ve temsil yetkisi yoktur” diyorlar. Yani birinci ağızdan Cemaatin önde gelenleri organik bir bağ olmadığını vurguluyorlar…’ derken de gene kendisini üstteki oturan
boğa bilge konumuna konuşlandırarak, benim hakkımda ahkam kesmeye, karar vermeye istihbarat yapmaya kendini yetkili görme garabetini yaşıyor.
Cemaatten önde gelenlere sormuş, ben cemaatle kendimi özdeşleştiriyor muşum, organik bağım var mıymış, avukat mıymışım, temsilciymişim mi gibi bir yargısız
infazı yapıyor ve benim hakkımda hüküm veriyor.
Bunu neden mi yapıyor? Kendisinin megalomanlığını ispat etmek için. Kendisini hep dev aynasında gördüğü için. Kendisini dünyanın merkezine oturttuğu için. İnsanlarla insanca ilişki kurmak için değil, hep yukarılara şikayet etme ve çenesini
kapatma sistem(sizliğ)i ile çalıştığı için…
Ama buradan çıkacak tek bir olumlu cümle, makalenin de başlığında olduğu gibi; ‘Önder Aytaç cemaatçi çıkmadı’ söylemi olabilir ki, bence böylesi benim hakkımda istihbaratçılık oynamanın ayıbının sana yeteceğini ve hatta senin gazetecilik hayatını da bitirebileceğini düşünüyorum. Çünkü sen, gazeteci değil, kısa yoldan infaz yapma konusunda uzmanlaşmış bir
tetikçi gibi davranıyorsun ve bunu sıklıkla da sanırım yapıyorsun… Ne ayıp!...
‘…Benim Önder Aytaç ile kişisel bir derdim yok…’ diyorsun. İyi ki de yok. Yok ki, üç makalenin de her bir satırında, mürekkebinden kan damlıyor, ya olsaydı ne yapacaktın yargısız infaz mı?..
Sayın Özdemir; ‘…Dün gece tartışırken ona da söyledim. Türkiye her 10 yılda bir mazlumlarla mağdurların yer değiştirdiği bir kısır döngüde yaşıyor. O yüzden bugün kime güvenip biz gazetecileri tehdit ediyor olursa olsun yarın bir gün dara düşerse yine o namuslu ve vicdanlı gazetecilerin ipine sarılabilir…’ derken, önce çakıyor, sonra da aba altından
sopa göstererek, geleceğe dönük olarak da beni tehdit ediyor. Ancak söylediğindeki tek anlamlı cümle, ‘namuslu ve vicdanlı gazetecilerin ipine sarılabilmek’ ki, evet bu konuda kesinlikle ve kesinlikle kendisinin bunlardan birisi olmadığını / olmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim…
‘…Hiç çekinmesin kimse babamızın oğlu da değil, kişisel düşmanımız da değil. Sonuçta bir kamu görevi yapıyoruz…’ derken ilk kez doğru bir cümle kuruyor ve fakat bu güzel anlatımı da; ‘…Diğer gazetecileri bilmem ama ben kendi adıma Önder Aytaç hakkında hafta içinde suç duyurusunda bulunacağım…’ ifadesi ile zehirliyor ve makalenin en başındaki ilk cümlesinden, makalenin en arkasındaki son cümlesine kadar hala çakmaya devam ediyor, aşağılıyor ve tehditleri ile yoluna devam ediyor…
Başka ne diyebilirim ki sana Cüneyt Özdemir…
Allah seni
ıslah etsin!..