Şayet merkezi devlete başkaldırı bizim buralarda
Kürt vatandaşlarımızdan geliyor ise “
hain” ilan ediyoruz...
Ama başkaldırı başka bir devlette, o ülkenin
bağımsızlık yanlısı...
...“
Müslüman Boşnak” vatandaşlarından gelmiş ise o zaman hem bu başkaldırıyı destekliyor, hem de sadece yaşanan vahşetin altını kuvvetlice çiziyoruz.
Eğer söz konusu
Sırp yönetmen Emir Kustirica ise Müslümanlara karşı “merkezi devlet” vahşetini savunduğu iddiasıyla onu kınıyoruz...
Ama eğer gelen Müslüman Sudan’ın Müslüman devlet başkanı eski
darbeci Mareşal Ömer Hasan El Beşir ise
insanlık suçu sanığı da olsa, bırakın itirazı, hiç gocunmadan başımıza taç yapıyoruz.
Kısacası, “din, ırk ve mezhep” fanatizmi üzerinden icra edilen ilkesizlik, iki yüzlülük, çifte standart,
Türkiye toplumunun çirkinlik kraliçesi halinde her gün iktidarını biraz daha pekiştiriyor...
***
Önceki gün, dertlerine
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (
AİHM) çare arayan “çifte standart”
mağdurları başkent sokaklarındaydı.
2007 yılındaki AİHM kararına rağmen zorunlu din dersinin müfredattan kaldırılmamasına tepki gösteren yaklaşık beş bin
Alevi vatandaş, Ankara’da bir gün sürecek bir oturma eylemi de başlattı.
Zorunlu din dersi
uygulamasının kabul edilemez olduğunu belirterek, çocuklarının bu uygulama nedeniyle adeta asimile edildiğini söyleyen Pir
Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Fevzi Gümüş’ün yaptığı konuşmada, “hükümet şimdilerde
inanç özgürlüğünden bahsediyor. Gelin bizim haklarımızı da teslim edin. İnanç özgürlüğü diyenler, neden Alevi köylerine zorla cami yapıyorlar” dediğini de dünkü gazetelerde okudum.
Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız da, “bu ülkede 20 milyon Alevi yaşıyor ve çocukları 30 yıldır zorunlu din dersi nedeniyle zulüm altında” diyerek son günlerde
türban konusunun gündemde olduğunu anımsatmakta, din ve vicdan hürriyeti açısından Alevilerin sorunlarına da
kulak verilmesi gerektiğini vurgulamaktaydı.
***
Önceki gün... Gene Ankara’da...
Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) üye ve yakınları,
Celal Bayar Caddesi’nde toplanarak, pankartlar açıp, Türk bayrakları ve
Atatürk fotoğrafları taşıyarak, marşlar eşliğinde
Abdi İpekçi Parkı’na kadar yürüyerek orada bir miting yaptı.
“Subaylar
emekli olduklarında maaşları yüzde 5 kesilmekte ve sıkıntı yaşamamaktadır, ancak
astsubayların emekli olduklarında maaşları yüzde 45 azalıyor.
Bu durum
adalet ve hakkaniyet ölçüsüne uymadığı gibi emekli astsubayları da açlığa mahkûm etmiştir” diyen TEMAD Genel Başkanı Mustafa
Erol, Astsubayların
Ordu Yardımlaşma Kurumu’nda (
OYAK) temsil edilmemesini de eleştirdi. Erol, ayrıca,
dernek olarak bu kurum aleyhinde AİHM’de açtıkları davanın devam ettiğini anımsattı.
Askerî hastanelerde, başvuranların rütbesine göre A ve B polikliniği ayrımı yapıldığını da ileri süren Erol, bu uygulamayı da eleştirdi: “Bu ayrım kaldırılmalıdır. Hastanın rütbesi olmaz. Yüksek rütbeli hastaya uzman,
kariyer sahibi doktorlarca anında müdahale ettirilirken, emekli ve
küçük rütbelilere ayrımcı davranılması vicdanları rahatsız edici bir durumdur.”
***
Dikkat ediyor musunuz, toplumda ne kadar çok mağdur insan var. Ama hepsinin temelinde de “ilkesiz bir bencillik, sığ bir ikiyüzlülük” yatıyor... Tüm mağdurlar, birbirlerine sahip çıkıp, mağdur yaratan köhnemiş rejim anlayışına da topluca karşı dursalar, Türkiye çabucak
cennet olur.
Din, ırk, mezhep üzerinden sağa sola savrulmak yerine, “temel hak ve özgürlükler” üzerinden herkesin hakkını arasak... O zaman herkes “vatandaş” olduğu anımsayacak.
Böyle bir demokratik yaklaşımda vatandaşlık dışında “rütbe” kalmayacağı için, mağdurlar arasındaki astsubaylar da rahat edecek.
Mağduriyetlere “rejimin demokratikleşmesi” üzerinden, hukuksal bir mantıkla çare aramadıkça da, mağdurlar bugüne kadar olduğu gibi sokaklarda dolanıp duracaklar...