Bir doktorumuz, hac vakti güneş takvimine (miladi takvime) göre sabitlensin ve her yıl 8
Mart'ta yapılsın,
kurban ve ramazan bayramları da buna göre hesaplansın..." diyor, gerekçesini de mealen şöyle açıklıyordu: "
Sıcaklar bastırmadan kolaylıkla yapılır, gün tespiti konusundaki ihtilaf ortadan kalkar, o tarihte güneş takvimi kullanılmıyordu, bilinse idi Peygamberimiz ona göre yapardı, Peygamberimiz
veda haccının hutbesini belli bir günde (10. Yıl, zilhiccenin 9. Günü) okudu,
sünnet, haccı her yıl bu günlerde yapmaktır". Bunları söylerken de birkaç kere (Bu böyledir,
Allah'a ve Resulüne itaat edin" diyor, farklı yapanların bir manada "itaat etmemiş olacaklarını" ima ediyor.
İyi niyetle ama –fıkıh ilmi bakımından dışarıdan- yapılan bu değerlendirme ve
teklife niçin katılmadığımı aşağıda açıklayacağım. Ama daha önce –onun meseleye dışarıdan baktığını ve bilgi eksiği bulunduğunu gösteren- bir ifadesine dikkat çekmek istiyorum. Şöyle diyordu:
"Sünnet : Hz.
peygamberin Kuran'daki farzlara ilşkin bilinmeyenleri/müphemleri açıklama öğretisidir. Örnek ; ( namazdaki secde rükü vb.bedeni hareketleri,,orucun başlama ve
iftar zamanları,hacc farzının başlama günün Miladi
8 Mart tarihi olduğu vb.pratikler )"
Böyle bir sünnet
tarifi yoktur ve ayrıca yanlıştır, tutarsızdır. Sünnet yalnızca Kur'an'daki farzları –ki, böyle bir ifade de yanlıştır- açıklamaz; "farz, vacib, müstehab, mubah,
haram, mekruh" gibi hükümlere temel teşkil eden ayetleri, inanca, gayb alemine, günlük hayata, tarihe ... dair ayetleri de açıklar, uygulamayı gösterir, Kur'an'da geçmeyen bilgi ve hükümleri de getirir.
Ve şöyle diyor:
"Sünnet, farz değil,vaciptir( icabeder)".
Böyle bir tarif de yoktur, yanlıştır, sünnet başkadır, vacib başkadır ve vacibin manası "icab eder" demek değildir; vacib Hanefilere göre ameli bakımdan farz gibidir, itikadi bakımdan –kaynağında kesinlik bulunmadığı için- farzdan aşağıdadır, diğer birçok mezhebe göre vacib ile farz arsında fark yoktur.
Diğer konuları bir yana bırakarak haccın vakti meselesine gelelim.
Peygamber Efendimize (s.a.)
hilali soruyorlar, bu soruyu Allah cevaplandırıyor: "Onlara de ki, hilal insanların diğer işlerinin ve haccın vaktini belirlemeleri içindir". (Bakara: 2/189).
İşte bu ayete uyan müminler Allah'a ve Resulüne itaat ediyorlar.
Allah güneş ayı ve yılının bu iş için kullanılacağını buyursa idi günleri sayarak ona da uyarlardı. Bilindiği gibi güneşin aylık hareketi, görüntü şekillenmesi yoktur (Yani güneşin hareketine bağlı ay yoktur, mevsimler ve yıl vardır), hilal ise ayda bir kere devresini tamamlar ve görüntüsü eski haline gelir. Peygamberimiz (s.a.) hayatta iken Hz. Ebu Bekir'in emirliğinde bir hac
ibadeti daha yapıldı. O da zilhicce ayının 9. Günü vakfe, 10. Günü bayram olarak icra edildi. Eğer Allah'ın muradı güneşin hareketine göre bir yıl sonra aynı günde yapılması şeklinde olsaydı onu sayar, hesaplar ve veda haccını güneş yılına göre aynı günde yaparlardı.
Ayrıca hilale göre yapılacak (kameri takvim) hesaplamaları yalnızca dini günlere ve bayramlara mahsus da değildir; daha bir çok, ibadet, dini hüküm ve uygulamanın hilalin hareketine bağlı olan ay ve yıla göre yapılması emredilmiştir: İddet, hamilelik ve
emzirme süreleri, îlâ (eşine yaklaşmama yemini) süresi, zıhar ve kazara öldürme kefaretlerinin oruç süreleri burada örnek olarak hatırlanabilir.
Vakit belirlemede ihtilafın sona ermesi bir yana asıl bu teklif ihtilaf fırtınası koparır ve ümmet arasında, öyle bir günlük filan farkla değil, aylar ve haftalar farkıyla bayram, hac... yapma uygulamalarına yol açar ki, asıl fitne budur. Dini günlerin belirlenmesindeki ihtilafı ortadan kaldırmak kameri takvimde de mümkündür; yeter ki, işe
siyaset karışmasın.
Haccın kameri takvime göre yapılması halinde çöl sıcaklarına dayanamayanlar bekler, daha müsait mevsime denk geldiğinde bu ibadeti yaparlar; çünkü hac, kişiye farz olduğu yıl yapılması gereken (fevrî) bir ibadet değildir.
YENİŞAFAK