Zaman'ın Cumartesi ekinde gördüğüm bir yazı beni aldı çocukluğuma götürdü hem de ışık hızıyla...
Uzay Yolu "
Star Trek" benim çocukluğumun en çok izlenen dizisiydi.
Biz çocuklar bu diziyi asla kaçırmazdık.
Çünkü TRT o zamanlar bugünkü televizyonlar gibi bir defa yayınladığı bir dizinin tekrarını asla yayınlamazdı.
Seyrettin seyrettin. Değilse mümkün değil yeniden izlemek.
Uzay Yolu gibi kurgu bilim bir diziyi çocuk halimizle neden bu denli büyük bir iştiyakla izlerdik acaba?
Şimdi düşünüyorum da şöyle diyorum:
Çünkü Uzay Yolu bizi geleceğe ışınlıyordu.
Evet geleceğe, 22 ve 24. yüzyıllara...
Uzay Yolu dizisi ben doğduğum yıl, 1966 da
Amerikan televizyonlarında gösterilmeye başlanmış. Biz o diziyi yetmişli yıllarda izledik ve gerçekten çok sevdik.
Deniz Ergürel Zaman Cumartesi'deki yazısında Star Trek'te kullanılan bir cihazın bugünün
iPad'ına tekabül ettiğini yazmış.
İsabetli bir tespit.
Açılır kapanır kapılar,
telsiz telefonlar, kablosuz aygıtlar, dinleme cihazları, veri tarayan aletler vs. hepsi 1966'dan itibaren aslında insanlığın gündemindeydi ve-ancak-fakat hayal olarak.
Artık bunların hepsi gerçek.
Açılır kapanır kapılar her yerde.
Telsiz telefonları bugün çocuklar bile kullanıyor.
Kablosuz aygıtlar, taşınabilir bilgisayarlar...
Ve iPad.
iPad'in Uzay Yolu'ndaki adı PADD idi. Yani personal access display device...
Bu alet Atılgan adlı uzay gemisindeki bütün personelin kullandığı bir aletti.
A4 boyutunda, geniş
dokunmatik ekranı olan, taşınabilir bir aygıt, bir tür bilgisayar. Kablosuz. Bu cihazla ana bilgisayara ulaşılıyor...
Tam da Aplle'in bugün bütün dünyada kapış kapış satılan iPad'ı işte.
Her zaman söylüyorum, aslında teknoloji halkın bugün kullandığından en az 15-20 yıl daha önde. Ama biz bunları ancak filmlerde görebiliyoruz.
İstihbarat örgütleri ise onları kullanıyorlar. Yenileri keşfedilince eskiler halka satışa sunuluyor...
Şöyle diyelim:
Eğer TRT bugün Uzay Yolu'nu yeniden yayınlasa öyle pek de absürt gelmeyecek yeni nesillere. Çünkü orada kullanılan aygıtlar da terminoloji de bugün sokağın elinde, dilinde.
Bu dizi bugün yayınlansa çok güncel gelecektir herkese...
Uzay Yolu'nda bir de Uhura vardı. Çok dikkatimi çekerdi çocuk halimle. Bugünkü bluetooth kulaklıkların benzeri bir kulaklığı vardı ve geminin haberleşmesini sağlardı. Uhura'yı çok sevmiştim. Meğer Uhura Swahili dilindeki Uhuru kelimesinden geliyormuş ve "
özgürlük" demekmiş.
Demek ki özgürlüğümüze düşkünlüğümüz o zamanlardan işaret vermiş!
Söz, eski dizilerden açılınca benim yaşımdaki herkesin aklına mesela "Vadideki
Hayat" gelir, Kızılderili Jim gelir, "Küçük Ev" gelir, Lora İngles gelir, "Altı milyon dolarlık adam" gelir, "Zengin ve Yoksul" gelir, Senatör Rudy Jordes gelir, kötü adam Falconetti gelir...
Bunlar son derece güzel, evimizde bütün ailemizle birlikte rahatlıkla izleyebileceğimiz nitelikli dizilerdi.
Şimdikilerle kıyas dahi kabul edilemez hem
yerli hem de Amerikan dizileriyle. Şimdikiler sadece "gaydırı gubbak Cemilelerin hikayeleri..."
Ahmet Hakan Coşkun'un
ölüm fermanı!
Bir süredir
Mehmet Barlas ile
Ahmet Hakan Coşkun arasında bir polemiktir sürüp gidiyor.
Eskiden polemikler öğretici olurdu.
Şimdiki polemikler, yazarlar ne kadar tecrübeli,
yaşlı olursa olsun
hakaret unsurlarından başka bir şey içermiyor.
En son dün gördüm, Türkiye'nin duayen gazetecisi Mehmet Barlas, Ahmet Hakan Coşkun için "Mürtet" demiş.
Doğrusu çok şaşırdım. Ahmet Hakan Coşkun için her şey diyebilirsiniz ama bu sıfatı hak ettiğini düşünmüyorum.
Bir de bir insan mürtet olduğunu kendisi ifade etmedikçe başkalarının ona bunu söylemeye hakkı olamaz.
Aslında Barlas'ın yazısında Mürtet ifadesini görünce "muhtemelen Ankara'nın bir semti olan Mürtet'ten bahsediyordur" diye düşündüm. Ama öyle değilmiş. O Ahmet Hakan'a 'Mürtet' diyormuş.
Bu kelime hem yerinde bir kullanım olmamış hem de hedeflediği kişiye yapışmamış. Doğrusu Mehmet Barlas gibi değerli bir gazeteciye bu ifadeyi yakıştıramadım.
Çünkü hem
Müslüman olduğu açık birine "Mürtet" diyor hem de o kişinin idam fermanını imzalamış oluyor.
Çünkü İslam'da "Mürtet'in katli vaciptir."
Bilmiyorum Sayın Barlas bunu biliyor muydu? Bilse böyle yazar mıydı?
Polis bunu niçin yapıyor?
Dikkat ediyorum da bazen polis bazı
protesto ve gösterilere müdahale ederken kantarın topuzunu kaçırıyor.
Varsayalım gösteri izinsiz olsun.
Ne olmuş yani, birkaç
genç toplanmış üniversitelerin ücretsiz olması gerektiği konusunda
pankart açmış, slogan atıyor.
Ya da...
Başbakanı veya başka birini protesto ediyor. Hatta yumurta atıyorlar.
Etsinler, yapsınlar ne var bunda?
Bağırsınlar bağırsınlar dağılsınlar.
Niye müdahale edip çocukları dövüyorsunuz ki?
Niye gencecik insanlara
tekme tokat giriyorsunuz, coplarınızla rastgele kafasını, gözüne vuruyorsunuz?
Bu konuda tek şartım var. Eğer şiddet ve hakaret söz konusuysa gösteriye bence polis müdahale edebilir. Ama aksi durumlarda birkaç pankart, birkaç slogan şiddetli müdahaleyi gerektirmiyor.
Bırakın çocukları, bağırsınlar rahatlasınlar.
Dairenin çevresini biraz geniş tutmak gerekir.
Genç insanlar elbette bağıracak, çağıracak, çığlık atacak.
Gençtir ne yapsa yeridir demiyorum ama siz de polissiniz her zaman haklı olmak gibi bir hakkınız yok.
Vallahi acıyorum çocuklara!
Cumhurbaşkanını protesto eden gençler ne istiyordu mesela?
Niye çocukların ağzını kapatıyorsunuz, bırakın bağırsınlar, rahatlasınlar.
Siz de müdahale ederek strese girmeyin. Herkes rahat olsun.
Bağıran bağırsın, siz sadece tedbirinizi alın derim.
Böylesi herkes için daha iyi değil mi?