1990'lı yılların başını hatırlayınca "Akıbet müttakilerindir." hükmüne şahit olmanın hazzı doldurdu yüreğimi. Türkiye'den ve çeşitli
İslam ülkelerinden ilim adamlarının teşrifiyle gerçekleştirilen "
Peygamber Yolu" sempozyumu, 28
Şubat'ı da içine alan
toplum mühendisliği çalışmalarının karşısına zamanın tefsirini koyuyor adeta.
İlmî mahfillerden gelenlerin ve
peygamber sevdalılarının yoğun ilgisi
Fırat Kültür Merkezi'ni de fuaye alanlarını da yetersiz bırakmıştı. Bir kere daha görüldü ki, konu Efendiler Efendisi olunca kapalı mekânlara sığmak mümkün değil.
Bu insanlar konjonktürel yaklaşımları ve o dönemlerin
modern ilahiyatçılarını görmüştü. Kaba kuvvetin baskısı altında ezilirken konjonktürel ilahiyatçıların damardan zerk ettiği baldıran zehirlerinin acısını tatmıştı. "Sabretmek
boyun eğmek değildir." sözünün ifade ettiği gibi sabretmişlerdi. Biliyorlardı çünkü, Hz. Peygamber karşısında hiçbir sun'i teşekkülün tutmayacağını. Karın eridiği gibi, buzun çözüldüğü gibi, bir şubat soğuğunda sert rüzgârlar estirenlerin kıbleden esen ilk meltemlerle çözülüp gideceğini...
Yeni Ümit ve
Hira dergilerinin organize ettiği sempozyumun açılışını teşrif eden Sayın Bakan
Hüseyin Çelik Bey, ince bir nükteyle, "Bizim Yeni Ümit'lerimiz de Hira'dan doğdu." dedi. Evet bizim neyimiz varsa hepsi Hira'dan doğdu. Yunus'umuz da Mevlânâ'mız da ve onlar gibi bütün büyüklerimiz de Hira'dan doğdu.
1990'lı yılların başında Yunus ve Mevlânâ'yı Hz. Peygamber'den koparıp, yeni dönemin -haşa- eskiden yaşamış peygamberleri gibi sunmaya çalışanlar vardı. Toplumu bin yıllık mecrasından çıkartıp, kendi çizdikleri rotaya yerleştirebileceklerine inanıyordu bunu yapanlar. Mağrur ve mütekebbirdiler. Aldanmışlıkları, kuvvetlerinin vehimden ibaret olduğunu görmelerine mani oluyordu.
Yunus'umuz ve Mevlânâ'mız üzerinden bir Ali-
Cengiz oyunu çevirip, İslamiyet'in eksenini kaydırarak, yeni bir din ihdas edebileceklerini zannediyorlardı. Türklüğü kutsayıp, İslam'ı, Araplıkla özdeşleştirerek, Hz. Peygamber'i Araplığın içine gömüp, İslam'ın mükemmel nizamını "Arap yorumu" adı altında aşağılayarak, Türkleri, İslam dünyasından koparmaya çalışanların maksadının hangi küresel değirmene su taşımak olduğunu zamanla gördük.
Bu meselenin küresel bağlamını görmek isteyenler Brzezinski'nin 1997 yılında neşredilen "Büyük
Satranç Tahtası" kitabına bakabilir. Orada Türkler için çizilen coğrafi alanı gördükten sonra, 28 Şubat ve havalisinde yaşananların, "ulusalcı" dokusundan ne kastedildiği hakkında farklı fikirlere ulaşabilir.
Bu insanların, rüzgârlar biraz yön değiştirince, dün Arap İslam'ı üzerinden aşağıladıkları kitleleri bu sefer de GOP ve BOP, yani Genişletilmiş
Ortadoğu ve Büyük Ortadoğu Projeleri üzerinden küresel güçlere yamamaya çalışmalarının sebeplerinin izleri "Büyük Satranç Tahtası"ndan sürülebilir.
Halbuki biraz ciddi ve gerçekçi olsalardı, "genişi" ile de "büyüğü" ile de Ortadoğu'nun, Hz. Peygamber'in neşrettiği nuru istiap edemeyeceğini görürlerdi. Değil Ortadoğu, dünyanın tamamı da o nuru istiap edemez. Çünkü Hz. Peygamber'in getirdikleri uzayın derinlikleri de dahil, bütün varlık âleminin nizamına ışık tutan hakikatlerdir.
Siz bu satırları okurken "Kulların en hayırlısının yolunda" sempozyumu bütün hızıyla devam ediyor olacak. "
Kitap ve Sünnetin birbirinden ayrılmayacağı", "Hz. Peygamber'in yolunun evrenselliği ve makuliyeti" anlatılıyor olacak.
Ve bizler tekrar tekrar göreceğiz o "
Sonsuz Nur"un hiçbir gölge ile karartılamayacağını. Gölgeler de tekrar tekrar görecek o Nur ile aydınlanmadıkça ebedi varlığa erilemeyeceğini...