Pazar günü
Avrupa Birliği ile müzakere sürecinin 5. yılıydı. Bu vesileyle Avrupa'nın
Türkiye'ye uyguladığı çifte standardı bir daha hatırladık.
Bizimle aynı tarihte müzakereye başlayan
Hırvatistan ile Türkiye'nin aldığı mesafeyi karşılaştırmak her şeyi anlatıyor. Hırvatistan, 5 yılda toplam 35 müzakere başlığından 22'sini kapatmış. Aynı sürede Türkiye'nin müzakeresini tamamladığı başlık sayısı 1. Hırvatistan, tüm müzakere başlıklarını açtırırken, Türkiye'nin açtırabildiği başlık sayısı 13.
Avrupa, böyle davrandığı için Türkiye çok şey mi kaybetti, hayır. Aksine, onlar krizden krize sürüklenirken, Türkiye ekonomiden siyasete her alanda büyük mesafe alıyor.
Küresel krizde Türkiye'nin performansı, AB'den çok iyiydi. Birlik'e yeni giren birçok
ülke, IMF'lik olurken Türkiye bu dönemde IMF'den kurtuldu.
İki taraf arasındaki bu fark, ilişkilerdeki sorunları bilenler için espri konusu olmaya bile başladı.
Bilgi Üniversitesi için İstanbul'a gelen Bill
Clinton, Avrupa başkentlerinde lehimize
lobi yapan biri. Konferansta sarf ettiği şu sözler herkesi güldürdü: "Depremden sonra geldiğimde, 6 yıldır AB'yi Türkiye'nin üyelik sürecini hızlandırması için iknaya çalışıyordum.
İdam cezası,
Kürt meselesi, kültürel farklılıklar ve göç endişesi gibi engeller olduğunu biliyordum. Ama bugünkü hızıyla gelişmeye devam e
derseniz, o fakir Avrupalıların ülkenize göç etmesinden bu kez siz endişe edeceksiniz."
Bu yüzden AB'nin Türkiye için bugün taşıdığı anlam, 10 sene öncesinden farklı. 10 sene önce AB, reformların yegane dinamosuydu ve bu sayede çok adım atıldı. Ama bugün Türkiye, daha köklü reformları iç dinamizmiyle yapıyor.
Ergenekon gibi yapılarla hesaplaşma ve 12
Eylül Anayasası'nda yapılan değişikliğin, AB sürecinin en alt düzeye indiği 2006 sonrasında gerçekleşmesi manidar.
Kuşkusuz, reform sürecinin başlamasında AB'nin katkısını ve ABD'den farklı olarak sergilediği açık demokratik duruşu unutuyor değiliz. İşte bu yüzden daha önce ele alma sözü verdiğim anadille ilgili sorunlara çözüm ararken, Avrupa pratiğinden yararlanabiliriz. Birebir kopyalamak için değil, ama referans çerçevesi olarak.
Bu konuda Avrupa pratiğine ışık tutan iki uluslararası
belgeye de Türkiye taraf değil. Biri,
Avrupa Konseyi Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi. Bu belge, ulusal azınlığa mensup bir kişinin kendi dilini öğrenmeye hakkı olduğunu belirtiyor. Yeterli istek varsa, devletlerin eğitim sistemleri çerçevesinde her bireye kendi dilini öğrenme ya da kendi dilinde eğitim alma imkânını vermesini öngörüyor.
Diğer belge, Avrupa Konseyi Azınlık Dilleri Şartı. Buna taraf ülkeler üç yoldan birini seçebilir: 1- Eğitimi
azınlık dilinde verebilir; 2- Eğitimin önemli bir kısmını azınlık dilinde verilebilir. 3- Müfredatın bir parçası olarak azınlık dilini öğretebilir. Bu
tercih, resmî dilin öğretilmesini engellemez. İki
sözleşme de anadilin öğretimi ile anadilde eğitimi ayırıyor ve tercihi devlete bırakıyor.
Siyasi
model olarak Türkiye'ye benzeyen
Fransa, Azınlık Dilleri Şartı'nı imzalamış, ama bunun ulusal azınlıkların tanındığı anlamına gelmediği çekincesini koymuş.
TBMM Araştırma Merkezi'nin çalışmasına göre, Brötanca tek bir televizyon kanalı mevcut. Diğer bölgesel dillerde günlük 40 dakikalık
radyo yayını yapılabiliyor. Yerel diller anaokulundan üniversiteye kadar resmî ve özel okullarda öğretiliyor. Brötanca, Baskça, Katalanca, Oksitanca ve Korsikaca seçmeli ders olarak okutuluyor.
Çoğulculuğu esas alan
İngiltere, iki anlaşmaya da taraf. Etnik, dinî ve kültürel azınlıkların haklarını düzenleyen bir
kanun yok. Etnik ve kültürel azınlıkların kendi dillerinde yayın yapma ve özel okul açma hakkı mevcut. Son dönemde sıkça atıf yapılan
Bulgaristan, Çerçeve Sözleşme'ye taraf, ama Azınlık Dilleri Şartı'nı imzalamış değil. Anayasaya göre, anadilleri Bulgarca olmayanların dillerini kullanma ve öğrenme hakkı var. Uygulamaya nasıl yansıdığı ise Eğitim Planı Yasası'nın 15. maddesinde: "Anadili Bulgarca olmayan öğrenciler anadillerini zorunlu eğitim sürecinde, zorunlu seçmeli
hazırlık çerçevesi içerisinde okuyabilir." Kısaca, her ülkenin kendi şartlarına göre bir modeli var; biz de demokratik bir ortamda kendi çözümümüzü buluruz.