JİTEM’in kurucusu
Ergenekon sanığı
emekli Albay Arif Doğan Jandarma Genel Komutanı Eşref
Bitlis’i kendi yardımı sayesinde
Cem Ersever ve ekibinin öldürdüğünü söyleyince konu yeniden alevlendi.
Üstelik sadece
Eşref Bitlis’in değil, tüm ekibinin de suikaste
kurban gittiği ortaya çıktı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, tüm bu gelişmelerle ilgili
soruşturma başlattı ve Kara
Kuvvetleri
Askeri Savcılığı’nın baktığı
dosyayı
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’ndan istedi. Peki, acaba Eşref Bitlis’in ölümü ardından “askeri yargı” ne yaptı?
Dün oturup, onu araştırdım.
***
Ama... “Askeri
Yargı ne yaptı” sorusunu daha iyi değerlendirmek için...
Dönemin Genel Sekreteri
Yaşar Büyükanıt’ın, uçağının düşmesinden sadece iki saat sonra
Genelkurmay Başkanlığı adına yaptığı açıklamada olayın
kaza olduğunu söylediğini...
Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in de “uçağa
sabotaj yapılması mümkün değildir” açıklamasında bulunduğunu hatırlayalım.
Çünkü “askeri yargı” emir-komuta zincirine göre çalışır, çünkü askeri hâkim ve savcıların sicil amiri
komutanlarıdır...
Ayrıca, Askeri Adalet İşleri Başkanlığı’nın genelgesi ile kanuna aykırı olarak askeri savcılar, komutanların soruşturma emri vermediği durumlarda soruşturma yapamıyorlar.
***
Dönemin yetkililerinin kazanın
buzlanmadan kaynaklandığını açıklaması üzerine askeri yargı tarafından dosya kapatılmış ama...
Aynı uçakta ölen
Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in ailesinin açtığı davada
sivil mahkeme uçağın buzlanmadan düşmediği yönünde karar vermiş.
Bu çok önemli gelişme de “askeri yargı”da hiçbir reaksiyona yol açmamış.
Komutan “buzlanma” deyince, sivil mahkemenin bilirkişi raporlarıyla oluşturduğu karara sağır kalmışlar. Bu arada, istihbarat
astsubayı Hüseyin Oğuz’un
TBMM Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede, “Bitlis kesinlikle suikasta kurban gitti. C-4 ile öldürüldü. C-4 uçağa
pilot elbisesi içinde sokuldu. Bursalı
nöbetçi bir asker bunu gördü” demesi de...
Ordonat er Tahir Metin’in Komisyon’a verdiği ifadesinde: “Saat 19.30 civarında, dâhili kışlık kıyafetli ve pilot bereli, astsubay olduğunu tahmin ettiğim resmi bir şahıs, Havacılık Okulu’na doğru geçiyordu. ‘Dur’ ihtarında bulundum. Durdu, parolayı ve işareti sordum. Bildi, geçip gitti. Parolayı bildiği için ve üniformalı olduğu için içimde şüphe uyanmadı. Daha önce nöbet yerimizden yürüyerek geçen birini görmedim” demesi de pişkin sessizliği bozamamış. Askeri savcılıklar hep sessiz kalmış...
***
Eşref Bitlis Cinayet’indeki pişkin hukuksal sessizlik,
Balyoz sanığı
generaller terfi ettirilmeyince derhal yüksek tonda bir itiraza dönüşebiliyor. Nitekim
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Balyoz sanığı generallerin Yüksek Askerî Şûra’da terfi ettirilmemesi kararının yürütmesini durdurdu. Dünyanın hiçbir ülkesinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi yok. Askeri
Danıştay Türkiye’ye has bir hukuk skandalı...
Jandarma Genel Komutanı’nın cinayetine ait çok güçlü gelişmelere aldırmayan ama Balyoz sanıkları konusunda son derece cevval bir yapı.
***
Tabii doğrudan hükümeti eleştiriyorum...
Referanduma giderken Askeri
Yargıtay ve Askeri Danıştay’ı neden kaldırmadınız?
Devlet memuru olan kuvvet komutanlarını Yüce Divan’da yargılamak gibi anlamsızlığı hangi hukuksal gerekçeyle anayasaya ilave ettiniz? Eşref Bitlis’in ölümündeki tavır ile Balyoz sanığı generallerin dünyada eşi menendi olmayan Askeri Danıştay tarafından hükümet iradesine karşı terfisi “askeri yargı” kurumunun ne olduğunu bir kez daha ispatlıyor.
Gerçek bir “hukuk devleti” olma yolunda “çift başlı yargıdan” kurtulmak için ne beklenir, neden tereddüt edilir, anlaşılır gibi değil...
Değişim daha “ilkeli” olsa, Türk halkının oylarıyla bu iki kurum da referandumda çoktan mülga edilmiş, Balyoz sanıkları “olmaması” gereken bir askeri kurum tarafından terfi ettirilmemişti... Bu ülkede siyasetçi neden işin gereğini, daha doğrusu evrensel hukukun söylediğini yapmaz ki, anlamadım gitti...