Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı
İlhan Cihaner’in
32. Gün Programı’ndaki sözleri, gümbürtüye gitti, pek tartışılamadı. Satır arasındaki bir sözü, Erzincan
davasının boyutunu göstermesi bakımından çok önemlidir.
Cihaner şöyle diyor: “Yürüttüğüm
soruşturmalarla ilgili
iletişim tespit tutanaklarını basına vermedim.
Başbakanın da içinde olduğu bu konuşmaları vermiş olsaydım, Türkiye’de siyasi kompozisyon değişir, yer yerinden oynardı.”
Rıdvar Akar soruyor: “Siz o siyasi kompozisyonu değiştirebilecek, o yeri yerinden oynatacak konuşmalara mı tanıklık ettiniz?” Cihaner’in cevabı: “Evet, öyle diyelim.”
İletişim tespit tutanaklarının basına verilmediği iddiası doğru değil.
Çarşaf çarşaf yayınlandı, kitap bile yapıldı. Neyse, mesele bu değil. Cümlenin ikinci bölümünde, başbakanın dinlendiği ifadesi var, ne kadar vahim değil mi?
“Ama ben açıklamadım” diyor.
Allah razı olsun, lütfetmiş.
Hanefi
Avcı da KOM başkanıyken
Emine Erdoğan dinlenince, “tesadüfen” dolaylı olarak dinlemeye takıldığını, kendisinin de sonradan öğrendiğini söylemişti. Yarın da Cihaner, başbakanın dolaylı olarak dinlendiğini söyleyebilir.
Eğer, “dolaylı” dinleme makbulse,
Hanefi Avcı’nın da kulaklarını çınlatalım, sizinle ilgili “dolaylı” dinlemeye neden bu kadar tepkilisiniz?
Haşim Kılıç ne yapmaya çalışıyor?
Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç, durduk yerde gündemi gerdi. Aziz Üstel’in ifadesiyle bir kuyuya taş attı,
Oktay Ekşi’nin benzetmesiyle bir çuval inciri berbat etti. Bu tanımlamalara katılır veya katılmazsınız, ama
tartışma konusunun gereksizliği konusunda hem fikirim.
Başkan tepkiler üzerine geri adım attı ama hiçbir inandırıcılığı yoktur,
tercih edilmiş dört saygın gazetecinin önünde söylediklerine ya sahip çıkacak ya susmasını bilecektir. Konuştuğuna göre başkana düşen, delikanlılıktır. Çok açık, savunamayacağınız fikirlerin önüne düşmeyeceksiniz.
Kaldı ki, yemeğin organizasyon şekline bakıldığında, başkanın bu mesajları sohbetin cazibesine kapılarak yapmadığı ortada.
Yemekli sohbete hangi gazetecilerin katılacağını bizzat başkan belirliyor, yemek organizasyonunu ise Nuri Elibol yapıyor. Başkan, inanılmaz zeki bir yöneticidir. Hangi mesajları hangi gazeteler üzerinden vereceğini iyi bilir, iyi planlayıcıdır.
Gelelim incilere...
Yalanladığı “değiştirme” ifadesini çıkarıp teyit ettiği cümleyi hatırlatalım önce: “Bence ilk 3 maddeyi dondurmak, evrensel hukuk kurallarına uygun değil.”
Birinci madde devletin şeklini, ikinci madde cumhuriyetin niteliklerini, üçüncü madde devletin bütünlüğü,
resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkentini belirliyor.
Bu ilk üç maddenin değiştirilmesi yasağına karşı çıkmak, bu konularda yapılacak değişikliğe açık kapı bırakmak demektir. Bu durumda soralım; Haşim Kılıç, cumhuriyet rejiminden, dilinden, bayrağından, marşından, başkentinden mi rahatsız, nedir derdi?
En büyük desteği BDP verdi. Özerk bir statü ve resmi dil talepleri olanların böyle bir değişiklik talebine
destek vermeleri normaldir. Diyorsanız ki, ben meseleye evrensel hukuk açısından bakıyorum.
Tamam, öyle olsun.
CHP’nin son anayasa paketiyle ilgili iptal başvurusunu değerlendirirken, esasa ilişkin incelemeye Nuri Necipoğlu ve Engin
Yıldırım karşı çıkarken, Osman Paksüt’le beraber neden “
evet” oyu kullandınız? Üstelik Necipoğlu, askeri yargı kontenjanından...
Siz bu oyunuzla, meclisin anayasa değişikliklerini, değiştirilmesi
teklif dahi edilemeyen anayasanın ilk üç maddesine göre kağıt üzerinde “şekil”den, fiilen “esas”tan incelenmesine “vize” verdiniz. Böylece, meclisin
yetki alanını daraltıp
Anayasa Mahkemesi’ne yeni yetkiler veren kararda sizin de tuzunuz oldu.
Sayın başkan sorum çok net: Tüm anayasa değişikliklerinin ilk üç maddeye uygunluk denetiminin olması gerektiğini savunurken, bu üç maddenin dondurulmasının evrensel hukuka aykırı olduğunu savunmak, bir çelişki değil midir?
Yani, her anayasa değişikliğini bu üç maddeye uygunluk açısından denetleyeceksiniz, sonra bu üç maddenin değiştirilmesini isteyeceksiniz.
Lütfen milletin zekasıyla dalga geçmeyin. Neyse derdiniz, açıkça söyleyin, millete boşuna
vakit kaybettirmeyin.
Başbakanın Avcı yorumu
Başbakan Erdoğan, Hanefi Avcı ile ilgili yargı sürecini, gazetecilerin soruları üzerine şöyle yorumladı: “
Yargı bir talimat verdiği zaman yürütme bu talimatın gereğini yerine getirmek zorundadır. Avcı ile ilgili böyle bir şey varsa intisapları bağlantıları nelerdir, bunun hepsini araştırmak durumundadır. Herhalde bir bağlantı var.”
Doğrusu budur.
Soruşturmayı polis değil savcı yürütür, polis savcının talimatını yerine getirir,
tutuklama kararı ise hakime aittir.
Af istemiyorum
Çetelerin üzerine giden gazetecilere yönelik yargı kuşatmasını ilk kez gündeme getirdiğimde pek karşılık bulmamıştı. Sürece destek veren veya karşı çıkan, bir tarafta intikam sesleri diğer tarafta vurdumduymazlık vardı.
Gerçi intikamcı itler, ulumaya devam ediyor. 5 bin civarında dava ve soruşturma açıldığı halde, soruna, kişisel sorunummuş gibi bakanlar ise ciddiyetini yeni kavrıyor.
Sizden ricam, ne yaparsanız yapın, beni bu işe karıştırmayın, affınız sizin olsun.