Türkiye adeta kabuk değiştiriyor.
Demokratikleşme yolunda sağlıklı adımlar atılıyor.
Ekonomisi güçleniyor.
Diplomatik nüfuzu ve becerileri yükseliyor.
Bir değişim ve dönüşüm süreci yaşanıyor. Tabii sancılı oluyor.
Kimileri dokunulmazlığını, kimileri de kazanımlarını kaybediyor.
Bu arada
sermaye dağılımı el değiştirmiyor ama yayılıyor.
Yeni siyasi aktörler ve
özgürlükçü anlayışlar öne çıkıyor.
Bu süreçteki en büyük kazanımlardan birisi hukuk anlayışımızda yaşanıyor.
Hukukun üstünlüğü ve hukuk önünde eşitlik ilkeleri giderek artan bir oranda uygulamaya geçiyor.
Bu süreçte en önemli husus, adil, tarafsız ve hızlı bir şekilde adaletin tecellisinin sağlanması...
Yeni
HSYK yapılanması ve
Anayasa Mahkemesi'nin yapısındaki değişiklikler, İstinaf mahkemelerinin devreye girmesi gibi hususlar umarım bu yöndeki ihtiyaçları karşılar.
Son dönemlerde şahit olduğumuz birçok güncel
tartışma da, maalesef hukukun üstünlüğü prensibinin hayatımıza tam olarak yerleşmemiş olmasından çıkıyor.
Mesela,
Kürt ya da demokratik
açılım sürecinde
KCK operasyonları yapılması çoğumuzun kafasını karıştırıyor.
Oysa demokratik açılımlar temel hakları yaymak ve özgürlük alanlarını genişletmek için yapılıyor. İnsanlara suç işleme dokunulmazlığı kazandırmak için değil.
Polise
molotofkokteyli atmak, dağa adam kaçırmak, ateşli silahlar bulundurmak sadece KCK için değil, her
Türk vatandaşı için suç teşkil ediyor.
Edirne'de bu eylemleri yapan nasıl tutuklanıyorsa, Şanlıurfa'da da, Muğla'da da, Kars'ta da tutuklanır ve tutuklanmalı.
Geçmişte
terörle mücadele eden güvenlik mensuplarının yargı önüne çıkarılmaları sırasında kamuoyunda da benzer bir ikilem yaşandı.
Oysa devlete baş kaldıran ve hukuku çiğneyen canilerle nasıl mücadele ediyorlarsa, hukuku ihlal etmeleri halinde kendilerinin de yargıya
hesap vermeleri kaçınılmaz.
Suçluyla mücadele ediyor olmaları veya bu
ülke için canlarını ortaya atmış olmaları, o insanlara suç işleme hakkı vermiyor.
Onlara, masum başka vatandaşlara dünyayı zindan etme hakkı getirmiyor.
Mesela, "Kardak fatihi" bazı subayların Ergenekon'dan tutuklanmaları gibi.
Değil Kardak'a çıkmak; İstanbul'u kurtarmış bile olsalar, seçilmiş bir hükümete
darbe yapmaya yeltenmek ya da azınlıklara suikast hazırlıklarında bulunma hakları yoktur.
Olması hayal bile edilemez. Şayet böyle bir
belge ortaya çıkmış ve iltisakları tespit edilmişse, yargılanmaları değil yargılanmamaları şaşırtıcı olur.
Böyle bir şey hukuksuzluğa kapı açar ve Türkiye'yi kaosa sürekler.
Bunun benzer bir örneğini son olarak Hanefi
Avcı'da da yaşıyoruz.
Avcı'nın
terör örgütü üyeleriyle iddia edildiği gibi bağlantıları varsa, tutuklanmasından daha tabii ne olabilir?
Halen aktif istihbarat görevi yapmıyorsa, buna rağmen evinde çok sayıda
sahte kimlik v
e pasaport bulunduysa bunun hesabının sorulmasında ne mahsur var?
Bu pasaportları isterse Öcalan'a yönelik bir operasyonda kullanmış olsun. Bu ona suç işleme ehliyeti vermez.
Avcı devlet adına
terörle mücadele ediyordu da, terör örgütüne yönelik yasal takip yaparken Avcı'yı da tespit eden polisler devlet adına hareket etmiyorlar mı?
Madem ortada sıra dışı bir durum yok. Edirne Emniyet Müdürü olduğu dönemde yine Edirne'de oturan evli bir kadınla, sol terörden 7 yıl yatmış birinin Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki hücre evinde 3 kez gizlice
buluşma ihtiyacı neden hissetti?
Ne zamandan beri
emniyet müdürleri, terör örgütü üyeliği nedeniyle takip altında olanlara polis meslektaşlarını atlatmaları için taktikler veriyor? Şifreli telefonlar veriyor?..
Yardım gören bu insan sizi
yasak aşkınızla birlikte evinde ağırlayan kişiyse, geçmişte terörden
hapis yatmış ve şimdi de terör örgütü ile bağlantıları sabit ise şüphe nerede?
Hangi demokratik ülkede bu inanılmaz bağlantılar savcıların avı olmaz ki...
Benzer bir çelişkili yaklaşım yargı mensupları için de işletilmeye çalışılıyor.
Mesela,
Cumhuriyet Başsavcısı olarak
İlhan Cihaner herkese
soruşturma açabiliyor da neden bir üst
savcılık makamı ona soruşturma açtığında suçlu konuma itiliyor?
Görevden el çektiriliyor.
Onu tutuklayan mahkemeler
küçük düşürülüyor.
Oysa "suç sınırı" Cihaner için de geçerli değil mi?
Generaller, emniyet müdürleri yargılanabilir de savcılar dokunulmaz mı?
Cihaner'in görev yaptığı davalar ne kadar meşru idiyse, onun hakkında takibat yapan savcılar da, karar veren hâkimler de o kadar meşrudur.
Özgürlüklerin kırmızıçizgisini hukuk belirler. O da suç çizgisidir.
İnsanlar sahip olduğu yetkilerin arkasına saklanıp hukuku çiğniyorlarsa, sınırı aşıyorlarsa, onların tespit edilmiş olması ve hesap vermeleri, Türk demokrasisini de, bu kişilerin üyesi oldukları kurumları da güçlendirir.
Sancılı bir değişim sürecinden geçiyoruz bu doğru ama görünen o ki Türkiye daha iyiye doğru gidiyor.