Münferit sulh


Bendeniz Doğulu olduğum için işim gücüm "geçmişle kavga" etmekmiş. Kendisi Batılı olduğu için geleceğe bakarmış. (Batı okullarında okumuş, biz de taşmektepte medrese tahsili gördük.) Adam böyle diyor. Geçmişin doğrusunu bilmeden, onunla hesaplaşmadan bir gelecek kurmaya çalışmak, ancak ciddi bir eğitim görmemiş, kendi kendini yetiştirmiş yarı-aydınlara özgü bir güdüklük olsa gerek. İzin verirseniz bugün gene geçmişle kavga edeceğim azıcık, huyum kurusun, kendimi alamıyorum... Şamil Tayyar yeni bir kitap yazdı: "Çelik Çekirdek"... Derin devletin ipliğini bir kere daha pazara çıkarıyor. (Gücü yettiği kadar.) Şamil tipik bir Doğulu olduğu için derin devletin geçmişine de uzanmış, ortaya "Enver Paşa hükümetini darbeyle indirme teklifini Atatürk'e kimler neden götürdü?" sorusunu da atmış. Göbeğini kaşıyan Şamil, senin neyine gerek 1917 yılının olayları? Aradan doksan üç yıl geçmiş... Git konsere, bak bakalım yiğidin arslanın nerede yatıyor, Türkiye'nin geleceğine katkıda bulun (beleş girme oğlum, bilet al)... Bendeniz de bu konuyla kavga edeyim kendi açımdan. Severim. İttihat ve Terakki'nin ünlü tetikçisi Yakup Cemil darbe yapacak (severler!), Enver'i ve Talat'ı devirecek, daha sonra Alman ittifakından çıkıp İngiltere ve Fransa'yla "tek taraflı barış" anlaşmasının yollarını arayacaktı. Türkiye'yi savaştan çekecekti. (Buna o zamanın diliyle "münferit sulh" deniyordu.) Bunu planlayan da darbeciydi, devrilecek olanlar da darbeciydiler. Bu bir iç hesaplaşmaydı. (Yakup Cemil dört yıl önce ünlü Babıali baskınında Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı öldürmüştü. O dönemde, adalarda mahkeme kurup sonradan asmak gibi dolambaçlı yollara gitmiyorlar, hemen oracıkta çekip vurup işi kısa kesiyorlardı.) Atatürk'ün bundan haberi vardı. Açıktan açığa desteklemedi, ama karşı da çıkmadı. Çünkü, eğer darbe başarılı olsaydı, onu Harbiye Nazırı yapacaklardı. (Daha sonra, mütarekenin başlarında da bunun için çok uğraştı. Hiçkimse kalkıp da bana "koskoca Atatürk gerici Osmanlı'ya bakan olmayı ister mi canım" demesin, gülmem bile.) Sustu ve beklemeye geçti. Almanya'nın savaşı kazanamayacağını görüyor, bunun bizim için de yıkım anlamına geleceğini iyi biliyordu, üstelik de Enver'le karşılıklı olarak birbirlerinden nefret ediyorlardı. Kaldı ki, savaşı kaybedersek yıkılacak, kazanırsak da bir Alman sömürgesi olacaktık. Her iki durumda da geleceğimiz berbattı. Tek yol savaştan usturubuyla çekilmekti. (Daha sonra da yeni ve sonuncu Avusturya-Macaristan İmparatoru Karl'ın deneyeceği ve başaramayacağı gibi.) Yakup Cemil darbeyi yapamadı, yakalandı, yargılandı ve Kâğıthane'de kurşuna dizildi. Hiçbir şey kanıtlayamayacakları için Atatürk'e dokunamadılar. Belki Atatürk Yakup Cemil'in bu işi kıvıramayacağını görmüş, belki "münferit sulh" açılımını müttefiklerin yutmayacağını düşünmüştü... O yüzden, karışmadı. Kendini çekti, bekledi. Yakup Cemil bir darbecinin yapmaması gereken her türlü "amatör" yanlışı yapmış (oysa bu işlerde çok tecrübeliydi ama ruh sağlığının pek dengeli olduğu söylenemezdi), Meserret Kıraathanesi'nde uluorta bağırıp çağırmış, yan tarafta bilardo oynar gibi yapan Teşkilat-ı Mahsusa ajanları da bunu rapor etmişlerdi. (Oysa merhumun kendisi de aynı örgüttendi, örgüt içindeki "Envercileri" bilmesi gerekirdi.) İş o kadar ayyuka çıkmıştı ki, bir gün Ömer Seyfettin Meserret Kıraathanesi'nden çıkıp Sirkeci'ye inerken Yakup Cemil'in koluna girmiş, "cancağızım," demişti, "böyle uluorta atıp tutma, başını derde sokacaksın, sen darbeni yap, merak etme, başarılı olursan herkes peşinden gelir!" Aynı yanlışı, 1962 yılında, Ankara Orduevi'nde rakı içerken uluorta konuşan Talat Aydemir de yapacaktı... Onu kurşuna bile dizmediler, astılar. Görüldüğü gibi, geçmişi öğrenmenin her türlü macerapereste, hem darbecilere hem de Kılıçdaroğlu üfürükçülerine faydaları saymakla tükenmez. Buna şarkıcı türkücü esnafı da dahildir.

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER