Bir süredir
Kürt meselesinin çözümüne ilişkin gelişmeleri izliyoruz. Ciddi bir hareketlilik var. İçişleri Bakanı Beşir
Atalay Erbil’e,
MİT Müsteşarı Hakan Fidan Washington’a gitti. ABD’nin Irak’taki askeri birliklerin komutanı Lloyd Austin Ankara’ya geldi,
Aysel Tuğluk İmralı’yı ziyaret etti. Cumhurbaşkanı Gül de
New York ziyareti sırasında muhataplarıyla bu meseleyi görüşerek sürece dahil oldu.
Çıplak gözle baktığımızda, Kürt meselesinin çözümüne ilişkin önemli bir aşamaya gelindiği izlenimi doğuyor.
Gelişmelerin doğru okunabilmesi için fotoğrafın bütününe bakmak gerekir. Görünen o ki Kürt meselesine ilişkin
çözüm arayışı, Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasına ilişkin daha kapsamlı bir projenin parçasıdır.
Malum,
Amerika, 2011 yılı sonuna kadar Irak’tan çekileceğini açıklamıştı. Giderken bölgesel sorunların asgari düzeye indiği istikrarlı bir yapı devretmeyi planlıyor. Hepimiz biliyoruz; Kürt, Şii ve
Sünni olarak üçe parçalanmış, binlerce insanın öldüğü Irak’ta yeni bir sayfa açmak çok zordur. Hele böyle bir projeyi
Türkiye’ye rağmen gerçekleştirmenin güçlüğü ortadadır.
Türkiye denklemin içine girecekse, Amerika’ya
PKK faturasını çıkaracaktır. ABD ve
İsrail’e rağmen PKK’nın
Kuzey Irak’ta
Kandil keyfi sürmesi akla ve mantığa aykırıdır. Şu anda ABD için çözümü öncelikli olan Irak’ın durumudur, kolaylıkla PKK’yı gözden çıkarabilecek durumdadır.
Onun için PKK’yı çözüme zorluyor. Bugün PKK ve BDP’nin bir anda “barışa daha yakınız” demesinin altında yatan realite, ABD’nin baskısıdır, gerisi sadece hikayedir.
PKK’nın direnç göstermeden masaya tutuşmasının önemli bir nedeni ise silahlı
iktidar devrini sona erdiren dünyanın yeni siyasi yörüngesidir. Yeni dünya düzeninde kan ve şiddet üzerinden çözüm menziline varmaları imkansızdır.
Bu bağlamda, ABD ve PKK’nın nihai hedefleri arasında illiyet kurulabilir.
Denklemin üçüncü ayağı Kuzey Irak’taki yerel
yönetim de ABD’siz bu coğrafya da Türkiye gibi bir ağabeye yaslanmadan varlıklarını korumanın zorluğunu iyi biliyor. Onlar için esas olan, PKK’dan ziyade kendi ikballeridir.
Buradaki önemli bir ayrıntı, İsrail’in pozisyonudur. Kandil’i
keçi yollarına kadar tanıyan İsrail’in devre dışı bırakıldığı bir süreçte, barış ortamının tesisi güçtür. Provokatif eylemlerle süreç akamete uğratılmak istenebilir.
Cumhurbaşkanı Gül’ü New York ziyareti sırasında İsrail Cumhurbaşkanıyla bir araya getirme girişimleri, iki eski dostu kazanmanın ötesinde yeni projenin başarı şansını arttırma ihtiyacındandır.
Türkiye’nin pozisyonu ise bellidir. Terör belasından kurtulmak istiyor. Siyasi iktidar, 2011
Mayıs veya Haziran ayında yapılması muhtemel
seçimden önce bu meselenin çözümünde ciddi mesafe almak niyetinde.
3 yıl önce 170 bin askeri bulunan, şimdi 49 bin 700 askerle Irak’ta varlığını sürdüren ABD de 2011 yılı yaz dönemi sonuna kadar çekilme projesini sonuçlandırmak istiyor. O nedenle, seçimden sonra atılacak adımlar ABD için gecikmiş hamleler olabilir.
AK Parti için de bu takvim çok uygundur. 26 yıllık sorunu büyük ölçüde çözmüş bir iktidar olarak seçime giderse herhalde kimse tutamaz. Siyasi hesabı bir kenara bırakın, bu meseleyi çözen, tarihe geçer.
12
Eylül referandumuyla büyük moral bulan iktidar, önümüzdeki 6 aylık süreçte, tüm enerjisini bu meseleye ayıracak gibi gözüküyor. Uyum yasaları, Bütçe
kanun tasarısı gibi zorunlu düzenlemeler dışında yeni bir
anayasa paketi gibi enerji emici düzenlemelerin seçim sonrasına kalacağını sanıyorum.
Eğer AK Parti ve
CHP arasında
sürpriz şekilde başörtüsüyle ilgili uzlaşma olursa, istisnai olarak sınırlı bir anayasa değişikliği parlamento gündemine getirilebilir. Ama çok zor bir ihtimal olarak görüyorum.
Yeni yılın ilk günlerinden itibaren seçim atmosferi tümden kızışır, Türkiye seçime endekslenir.
Özetle, seçime kadar Türkiye’nin görünen bir numaralı gündemi, Kürt meselesinin çözümüne ilişkin girişimler olacaktır.
Hanefi Avcı neden Genelkurmay’a gitti?
Dün yaşanan
Hanefi Avcı operasyonu, iktidar karşıtlığı üzerinden yürütülen ideolojik kampanyaları alevlendirdi. Avcı’nın kitabı nedeniyle böyle bir operasyona maruz kaldığı algısı oluşturulmaya çalışılıyor.
Oysa üç
emniyet genel müdür yardımcısı ve iki
emniyet müdürü hakkındaki soruşturmalar, tutuklamalar yaşanırken onların siyasi iktidar veya cemaatle ilgili piyasaya çıkmış kitapları yoktu. Avcı’yı diğer emniyet müdürü dostlarından ayıran en önemli tarafı, kurnazlığıdır.
Devrimci Karargah Örgütü operasyonu kapsamında dinlenen Nejdet Kılıç’la görüşmelerinin dinlemeye takılması üzerine, anı kitabına cemaat bölümünü eklemesidir. Kitabı kendisine “
zırh” yapmaya çalıştı, bu sayede olası bir operasyondan kurtulabileceğini umdu ama evdeki
hesap çarşıya uymadı. Ancak, kabul etmek gerekir, diğer müdürlere göre kitap sayesinde kendisine kamuoyu desteği bulmayı başardı.
Atatürkçü Düşünce Derneği ve
İşçi Partisi sempatizanları Avcı’nın kitaplarını dağıtarak böyle bir algının oluşmasına katkıda bulundular. Kitabının yazımına
emek harcayan bazı gazeteciler de gönüllüğü avukatlığına soyundu.
Kafalar karışmasın, zihinleri bulandıran bir iki soruya da
cevap vermek gerekir. Soruşturmayı yürüten
savcılık, Avcı’ya 27 Eylül
pazartesi günü saat 12.00’ye kadar ifadesini vermek üzere süre tanıdı. Avcı ise
sivil savcılığın bu çağrısına uymak yerine gizli bir şekilde Genelkurmay’a giderek
askeri savcı Yavuz Şentürk’le görüştü,
Adli Müşavir Hıfzı
Çubuklu da bu görüşmede hazır bulundu. Avcı’nın sivil mahkemedeki soruşturmaya direnerek askeri savcılığın yolunu tutması, üstelik bunu gizli şekilde yapması, manidar.
Sizce neden?