Korkut
Özal, 17 Eylül’de, katıldığı bir haber programında, Pandora’nın kutusunu açtı. Önce pis bir
koku yayıldı ortalığa, ardından suçlamalar birbirini kovaladı ve sonunda
savcılık el koydu olaya, rahmetli Cumhurbaşkanı’nın
ölümünden 22 yıl sonra
soruşturma açtı.
‘Rahmetli Turgut Bey’in ölümü suikast mıydı’ sorusu artık sıkça soruluyor. Gelin birlikte bakalım Pandora’nın kutusuna: Bundan sekiz yıl önce, 1
Mayıs 2002’de
Emin Çölaşan’ın
Hürriyet Gazetesi’nde yazdıklarına bir göz atalım. Yazının başlığı ‘Özal’ı Öldürmüşler!’ Yazıyı özetleyecek olursak Çölaşan, Özal’a suikast yapılmadığını söylüyor ama gene de açık kapı bırakarak, suikast yapıldıysa da ailenin neden bu kadar geç davrandığını soruyor. Bu sorunun yanıtı aileden gelecektir, er ya da geç. Ancak Çölaşan’ın yazısında çok çarpıcı bilgiler de yok değil: “Sanırım 1993 yılının Ocak ayıydı. Halamın oğlu, o sırada
Meclis Başkanı olan
Hüsamettin Cindoruk’la, Özal’dan söz ediyoruz. Kulağıma eğiliyor ve şu sözleri söylüyor:
‘Bu gidici! Yakında ölecek!’
İnanmıyorum, şaşırıyorum ve aynen ‘Ne gidicisi abi, o hepimizi götürür’ diyorum. Çindoruk israr ediyor: ‘Haberin kaynağı Baba’dır! Bu devlet bilgisi. Sadece sen bil ve ağzını sıkı tut. Önümüzdeki yaz aylarını çıkaramayacak. Baba sağlamcıdır. Bunu diyorsa bir bildiği vardır!’ “Birkaç gün sonra, Baba’nın bu bilgiyi Cavit Çağlar’a da verdiğini birinci elden öğreniyorum. Bu devlet sırrını kimseye açıklamıyorum” derken, 25
Nisan’da Çölaşan bir yazı daha yazıyor sütununda: “ Aradan kısa bir süre geçiyor ve Özal 17 Nisan’da ölüyor. Cumhurbaşkanlığına soyunan Baba, bizim gazetenin bazı yazarlarını
24 Nisan günü Konut’ta öğle yemeğine çağırıyor. Öğrenmiş olduğum bu olayı kendisine aktarıyorum ve açıkca soruyorum: ‘ Özal’ın öle
ceğini gerçekten biliyor muydunuz?’
“Bazı şeylerin bana söylenmiş olduğunu anlıyor:‘ Hükümetler
cumhurbaşkanının sağlığından da sorumludur. Bundan iki ay önce, ABD kaynaklı bir yerden (
tedavi gördüğü,
ameliyat geçirdiği
Houston Hastanesi’nden) sağlığının iyi olmadığı konusunda bize haberler geldi. Bunu duyunca kendisine sağlığının nasıl olduğunu sordum. İyi olduğunu söyledi. Ben daha başka birşey söyleyemezdim. Ancak bizim bilgimiz kalbiyle değil, prostatla ilgiliydi. Durumunun iyi olmadığını biliyordum ama öleceğini nasıl bilebilirim? Kimin ne zaman öleceğini
Allah bilir.’
“
Demirel, önümüzdeki yaz aylarını çıkaramaz deyip demediği konusunda birşey söylemedi. Devletin tepesinde çok ilginç şeylerin olduğunu bir kez daha anladım!” Emin Çölaşan’ın yazısını, o dönem Yeni Şafak’ta yazan
Mehmet Barlas, köşesine taşıdıktan sonra, şunları ekliyor: “ Tabloya bakın! Egemen niteliği ‘açık sözlülük ve gerçekçilik’ olan
Amerikan tıbbı,
Ankara söz konusu olunca yapı değiştiriyor. Hastalarına, ‘şu kadar ömrün kaldı’ demeyi Hipokrat Yemini’nin bir bölümü sayan Houston’lu doktorlar Özal’a, “Birşeyin yok sapasağlamsın!’ derken, Ankara’ya ‘ Bu adam gidici!’ diye ‘devlet bilgisi’ gönderiyor!
Bu “devlet bilgisi’ de, devletin başındaki Cumhurbaşkanı’ndan saklanıyor ama ‘bizim gazetenin’ görevlilerine bile veriliyor. “Açıkçası ‘Özal zehirlendi’ mi sorusuna ben hep ihtiyatlı yaklaşıyordum. Ama Emin Çölaşan’ı okuyunca, benim de şüphelerim arttı!” Sahi... Acaba ölüm gecesi, Ankara’da
kutlamalar yapan evler hangileriydi?”
Şimdi efendim,
Kartal Demirağ suikast girişimi öncesinde birileri, bir yerlerde düğmeye basıyor, bu bir gerçek!
Turgut Özal çok olmuştur artık! Örneğin Demirel’in otuz beş yılda yaz boz tahtasına çevirdiği
Türkiye’yi, iki darbeye taşıdığı Türkiye’yi, Avrupa’nın son nefesini ha verdi ha verecek dediği adamı, beş yıl gibi kısa bir sürede ayağa kaldırmış, sağlığına kavuşturmak üzere. Sonra Cumhurbaşkanı oluyor.
Kürt sorunundan söz etmeye başlıyor.
Güneydoğu’daki faili meçhulleri, askerin bölgedeki girişimlerini, derin devletin varlığını ve yaptıklarını sorguluyor ve ölüyor!
Eceliyle mi? Yoksa vesayeti demokrasisini benimsemişlerin marifetiyle mi? Bu sorunun yanıtını savcılık soruşturması tamamlandığında öğreneceğiz... Eh umut da benim ekmeğim, ye Aziz ye!
Biri
Bahçeli Devlet diğeri bahçesiz, hangisine inanacaksınız?
Biliyorduk MHP’nin anayasayı değiştirmek için yeni dönemde yapılacak çalışmalara
destek vermeyeceğini. Referandumun yüzde 58’le kabulünden sonra,
Devlet Bahçeli, karanlık bir yola girdiğini söylemedi mi Türkiye’nin?
MHP
Grup Başkan Vekili Mehmet
Şandır da, PKK’nın istekleri doğrultusunda anayasanın değiştirileceğini öne sürerek, bu çalışmalara MHP’nin destek vermeyeceğini açıklamış.
Aslında söylemesi gereken, MHP üst yönetiminin, Bahçeli ve arkadaşlarının destek vermeyeceği! Yoksa MHP tabanının yeni anayasa istediği apaçık ortada. Nasıl mı? Devlet Bahçeli’nin köyü Bahçe Köyün’de bile Evet’ler Hayır’lardan daha fazla çıktı!
Demogoji bir sanattır aslında. Çok iyi yapılırsa, gerçekleri de içerirse, geniş kitleleri peşinize takabilirsiniz. Ancak halkı cahil, aptal, kafası çalışmaz sanırsanız demogoji hiçbir işe yaramaz, tam tersi
döner sizi vurur.
MHP yönetimi, hükümeti
terörle mücadele etmekten vaz geçmek, PKK’ya ödün verrmek, Türkiy
e devletini ikiye bölmek, iki dilli bir ülkeye dönüştürmekle,
genel af ilan etmeye soyunmak,
İmralı sakinini sokağa salıvermeyi tasarlamakla suçluyor.
Şandır bunları söylerken
Başbakan, “anadilde eğitim beklemeyin” açıklamasını yapıyor. Ve ekliyor: “Terör örgütüyle görüşme gibi bir fantazimiz yok!”
Ha eğer MHP üst yönetimi terör örgütüyle görüşmeyi, BDP’yle yapılan toplantı olarak değerlendiriyorsa, buna karşı çıkmak büyük hatadır ve kan dökülmesine destek vermekle eş anlama gelebilir. Zaten BDP’yle görüşmelerin sürmesi için “kan dökülmesinin durması gerektiğini” de söylüyor Başbakan. Hanımefendiler, beyefendiler; karşınızda iki devlet var. Biri Bahçeli, diğeri ise bahçesiz .
Biri diyor ki PKK’ya görüşmeler başlamıştır. Öbürü terör örgütüyle masaya oturmayız. Allah size
akıl vermiş, ona göre düşünün taşının. Bahçeli devlete mi inanacaksınız bahçesiz devlete mi?