Gecenin bir vakti ev
telefonu çalınca tereddütsüz arayan annemdir diye açtım.
“
İncirlik’i alıyoruz, izliyor musunuz?” gibi bir şeyler söyledi karşımdaki ses.
Fakat ben “boş boş susunca” telefonu kapattı.
Kütüphanemdeki bilumum kontrgerilla, Özel
Harp Dairesi (ÖHD) kitaplarını çıkarmış karıştırıyordum o esnada.
Ve memleketin yakın tarihinin ağırlığına yenik düşen gözlerim hafif tertip kapanmıştı.
Neyse ki telefondaki ses bir erkeğe aitti.
Aksi takdirde uyku mahmuru halimle rahatlıkla annemin arayıp, “İncir aldım, istiyor musunuz?” dediğini düşünerek, kestirmeye devam edebilirdim.
Bu manasız gizemi çözme
hedefiyle telefon ekranında görünen numarayı geri aradım.
Telefon açılınca önce
silahlı çatışma seslerini dinledim, sonra da dolby stereo kıvamında bir
takım bağrışmalar duydum.
Ve nihayet tanıdık bir insan sesi gayet mono olarak benimle konuştu: “
Reklamda arasana ya... seyretmiyor musun sen
Kurtlar Vadisi’ni?”
Böylece vakayı aydınlatmıştım.
O telefon, dizinin yeni
sezon bölümünün başladığı uyarısı için yapılmış bir dost ateşiydi.
Hemen televizyonu açtım.
Gerçekten İncirlik Üssü’ne dalmıştı
Polat ve arkadaşları.
Hedef ABD’nin elinde olan Türkiye’deki nükleer silahların kontrolünü ele geçirmekti.
Ama bırak kendi memleketimizdeki nükleer silahların kontrolünü, üsse bile Amerikalılar izin vermeden kimse giremiyordu; hatta bizim çocuklara içeri girmeleri için
yardım eden üste görevli bir Türk
subay da vuruldu
ABD askeri tarafından.
Reklam molası olunca biraz önce okuduğum kitapları düşündüm.
Bir yanda gerçek Kurtlar Vadisi hikâyeleri, diğer yanda televizyondaki.
Birini okurken tüm ciddiyetime rağmen uykum geliyor, diğerini izlerken ara sıra dalga geçsem de gözümü bile kırpmıyorum.
Doğruya doğru, durumum budur.
Oysa okuduklarım asla daha az heyecanlı değil ekrandakinden.
İşte Vadi’nin o geceki bölümüne cuk oturan bir misal.
“Kahramanımız” son günlerin popüler ismi eski ÖHD Başkanı Sabri
Yirmibeşoğlu.
Hani önce
Özal suikastı, sonra da “Kıbrıs’ta provokasyon için
cami yaktık” sözleriyle gündemden düşmeyen
emekli general.
Yirmibeşoğlu’nun asıl uzmanlık alanı nükleer silahlarmış meğerse. Çünkü Brüksel’deki NATO karargâhında nükleer silahlar bölümünde görev yapmış.
Hem de normalde subaylar bu çok gizli bölümde iki yıl görev yaparken o beş yıl çalışmış.
Türkiye’deki nükleer silahlar ABD’nin kontrolünde olan özel depolarda saklanıyormuş. Hiçbir Türk subay bunlara bakamıyormuş bile (Merak etmeyin haftaya perşembe gecesi o silahlar yeniden bizde olacak). Bırakın subayları,
Genelkurmay Başkanı bile göremiyormuş bu depoları. Ve Amerikalıların nükleer başlıklar ile depoların kodlarını verdiği tek bir isim varmış. Evet bildiniz,
Sabri Yirmibeşoğlu.
Enteresan başka şeyler de okudum kendisiyle ilgili.
Mesela, Harp Okulu’ndan sonra
piyade eğitimini Çankırı Gerilla Okulu’nda aldığını, buradaki öğretmeninin
Binbaşı Alparslan Türkeş olduğunu...
Yıllar geçip, takvimler 1975’i gösterdiğinde 1.
Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti’nde Türkeş başbakan yardımcısı iken Yirmibeşoğlu’nun ÖHD Başkanı koltuğunda oturduğunu...
1.MC Hükümeti’nin kurulmasıyla ÖHD’nin eğittiği ve çoğu ülkücülerden seçilen komandoların eylemlere başladığını...
Memleketin böylece yaşanan kanlı olaylarla 12 Eylül’e doğru koşar adım gittiğini falan filan...
Şimdi birçoğunuz içinizden diyorsunuz ki, iyi de biz bunları biliyoruz; niye bayat bilgi satıyorsun?
Şunun için: Günlerdir ÖHD’nin Kıbrıs’ta cami yakması mevzuu tartışılıyor. Doğru mu değil mi belli değil. Ama yukarıda değindim 12 Eylül’e giden kanlı süreci,
cinayetleri, suikastları filan bilip bunlarda ÖHD’nin parmağı olduğundan şüphesi olmayanlar bile şöyle tepki veriyor: “Olur mu öyle şey,
Türk askeri cami yakar mı hiç?”
Ben de diyorum ki; tamam, cami kutsal bir mekân ama herhalde insan hayatından daha kutsal değil.
Cinayet işlediğinden şüphe edilmeyen kimselerin cami yakabileceğine niye kimse inanamıyor işte bunu anlayamıyorum!
Neyse reklam bitti, ben ekrandaki Kurtlar Vadisi’ne dönüyorum arkadaşım, yoksa başıma iş açacaksınız!