Dostlar, yârenler; kabul etmek zor fakat
referandum 15 gün önce yapıldı ve bitti.
Yenildik; fena yenildik fakat artık kendimize gelmemiz, pencereleri açmamız, odayı havalandırmamız gerekiyor. Bir
Anadolu gezisinde duymuştum, oralarda, "Ölü bizim,
Allah rahmet eylesin!" diyorlar. Kaybettik dostlar! Birisi ortalığı toplasın, boş şişeleri
geri dönüşüm kutusuna götürsün. Yine bir Orta Anadolu gezisinde duymuştum, diyorlar ki, "Ölüye bir gün ağlanır; deliye her gün..." Tamam, ortada ölen filan yok ama, bazı dostlar durumu iyice abartıp tadını kaçırdılar.
Tansel arkadaşımız
evet oyu verenlerin gaflet, dalalet hatta hıyanet içinde olduğunu ileri sürdü,
Özdemir arkadaş iyice çizgiden çıktı; bakın ne diyor yazısında: "Muhafazakârların
demokrasi, eşitlik ve
özgürlük gibi kaygıları olduğu bir yalandır. Özgür olmak için birey olmak gerekir. Özgürlük bireyin kendi kendinin efendisi olması anlamına gelir.
Türkiye muhafazakârları iradesini bir efendiye emanet etmiştir. Onun demokrasi nesine!" Ardından yutamayacağı kadar iri bir lokma daha ısırıyor; bakın,
Mersin ve öteki kıyı şehirleri daha demokrat, daha hoşgörülü, daha çağdaş, daha evrensel, daha özgür ve bağımsız, daha katılımcı iken nasıl oluyor da Mersin
darbeci,
Sivas ve
Erzurum demokrasi vurgunu sayılabilirler diyor! Özdemir arkadaşa bir kıyı şehrinde birkaç ay dinlenip kafayı toparlamasını rica ediyoruz. Böyle olmuyor arkadaşlar. Oturup nerede hata yaptığımızı araştıralım, saçmalamayalım lütfen yani...
Doğrusunu söylemek gerekirse bir an hepimiz
Tophane olayları ile yenilgi psikozundan kurtulup kontratağa geçebileceğimizi
sandık. Yine yanıldık arkadaşlar! Tamam,
sanatçı dostlarımıza saldırılmış ama olayı bir aydınlanma savaşımı olarak yansıtınca yine madara oluverdik. Maraza sebebi ideolojik değil ki dostlar, semtin
rant değerleriyle ilgili bir hazımsızlık! Bu kumaştan alelacele 2 Temmuz zıbını çıkarmaya kalkışan Bedri arkadaşımızın heyecanını takdir ediyoruz ama şık olmadı, bakın herkes "Tophane rıhtımında yaparlar kantar / Bu sosyete kızlarının hepsi de mantar" diye bizimle dalga geçiyor şu an. Üstelik ardından bu eski
Yeşilçam şarkısının nakaratını da söylüyorlar. Nerede benim yakın gözlüğüm, hah, şöyle: "Çatlak patlak, delik de deşik, kambur kör, nalet malet, Hepsine bak, çek mastor çek, aman amman, dalgaya bak" Resmen böyle arkadaşlar; lütfen biraz toparlanalım.
Ertuğrul, çocuğum pencereleri açıver sen, Yalçıncığım sen de herkese birer
bardak su dağıt, Tansel somurtma sen de, herkese şöyle az şekerli bir
kahve pişiriver, mutfak antreden sola dönünce ikinci kapı... Şimdi bu şarkıyı inceledim ben, çok ilginç; rahmetli Sadri Alışık "Şaka ile Karışık" filminde seslendirmiş; kendisi iyi müzisyendi, hatırlarız. İşte o filmde Ofsayt Osman karakterini canlandırmış. Jenerikte rahmetli Hulusi Baba şöyle takdim eder Osman'ı: "Bu film yenik, ezik ve beceriksiz bir gencin hikâyesidir; adı Osman'dı; bütün ömrü boyunca hiç gol olacak bir iş yapamadığından Ofsayt Osman demişlerdi adına!"
Arkadaşlar, bu
tarif size neyi hatırlatıyor? Aynı biz yahu, aynı biz; hepimiz birer Ofsayt Osman değil miyiz yahu icabında? Çok etkilendim ben bundan.
Film 1965 tarihli, Hulusi Baba, bir toplumsal
sınıf olarak bizi yarım asır önceden tarif etmiş adeta. Şarkı müthiş, "Tophane rıhtımında yaparlar gemi/ Oturmuş ehli keyifler çekerler demi!" Kim bunlar, biziz işte!. Devam ediyor: "Tophane rıhtımında var bir meyhane/ Çok naz etme hanım abla doldur bir tane". E, şimdi gazeteleri okuyanlar, Tophane'yi nerdeyse
Mekke-i Mükerreme civarında bir semt zannedecekler ayol. Yapmayalım, % 42 o kadar da kötü skor değildir; adam gibi çalışırsak düzeltebiliriz ama saçmalarsak hiç şansımız kalmıyor, ona göre... Özdemiir, saklama o şişeyi cebine bakayım, o kadar lâf nereye gitti yahu?