Demokrasi gerilim üretir, demokratlaşmayalım


Referandum sonuçlarının oluşturduğu haritadaki kırmızıları-mavileri değerlendirme furyası da sonunda aynı noktaya dayandı. Aynı nokta? Yani 2002 seçiminin “irtica”ya, 2004 seçiminin daha koyu bir “irtica”ya, 2007 seçiminin Melazyalaşmaya, 2009 seçimin ardından darbelerle hesaplaşmanın “korku devleti”ne yol açtığı iddialarına... Şimdi neyi tartışıyoruz? Yüzde 42 bir tarafta yüzde 58 öte tarafta; dolayısıyla bölündük. Kemal Kılıçdaroğlu da muhtemelen yüzde 42’nin tamamını kendi seçmeni zannedip görünürde kaygıyla ama içten içe sevinçle “Karpuz gibi bölündük” demiş. Kılıçdaroğlu ve destekçileri üzülecek ama bölünmüyoruz. Peki, ne oluyoruz? Öncelikle bilelim ki bugün “kutuplaştık, bölündük” diyenler dün “İrtica geliyor... Malezyalaşıyoruz... Korku devletine gidiyoruz” diyenlerdir. Şimdi manşetlere taşınan Tophane’deki kavgayı “Türkiye nereye gidiyor” formatında bir korku ve çatışma objesi olarak takdim ederler de yine aynı kesimdir. Bu kesimin politikacıları, gazeteleri, yazarları ve akademisyenleri halkın iradesini, sandıktan çıkan herhangi bir sonucu anlamamak, anlamazlıktan gelmek ve çarpıtmak konusunda beceri sahibidir. Kimdir bunlar? Sosyal, ekonomik ve ideolojik kanallarla birbirine bağlı olan ve bütün içinde yüzde 10’u temsil eden, sınıfsal duygularla hareket eden bir azınlıktan söz ediyoruz. Tek parti döneminden beri birinci, ikinci, üçüncü halkalarda yer almış, birbirini himaye etmiş ve gelenekselleşmiş bir sınıf... Yüzde 42’nin içindedirler, CHP’lidirler ama sadece yüzde 10’luk bir paya sahiptirler. Hem 42’nin geri kalan 32’si ve hem de CHP’yi şu an yüzde 25 varsayarsak geri kalan 15’lik bölüm sınıfsal olarak yüzde 58’e daha yakındır. Derin inceleme yapılacak olursa yüzde 10’luk bu çekirdeğin CHP’nin geri kalanından da çok hazzetmediği anlaşılır. Ama, son dönemin siyasal çatışmalarını yöneterek hem CHP tabanını hem de AK Partili olmayan bazı kesimleri bir blok olarak motive etmeyi başarmışlardır. Sadece yüzde 58 evet veren kitle değil, gerektiği zaman yüzde 42’nin kendileri dışında kalan bölümünü de “gaflet, dalalet ve hıyanet”le yaftalayabilirler. Bunu saygısızlık değil, kendilerine “Tanrı” tarafından bahşedilmiş bir azarlama imtiyazı olarak görürler. Çünkü onlar kurucu kadroların doğal mirasçılarıdır. Yüzde 10 için en uygun yönetim şekli kendi denetimleri altında tek başına CHP iktidarıdır. En iyi ikinci seçenek ise askeri yönetimdir. Özellikle, AK Parti döneminde izledikleri muhalefet yöntemlerindeki acımasızlık ve kural tanımazlığın sırrı bu temel tercihlerde gizlidir. Asla memnun olmayacaklardır... Böyle bir mantık karşısında demokrasi, hukuk gibi temel kavramlar üzerinden konuşmak veya Türkiye’nin son dönemde kaydettiği ilerlemeyi referans göstermek veyahut da evrensel değerleri ileri sürmek anlamsızdır. Her rejim tipi kendi zenginliklerini garanti ettiği için; daha demokratik, daha rekabetçi ve daha dışarıya açık bir yapıyı tercih etmeleri hem gereksiz ve hem de kendi çıkarlarına aykırıdır. Buradan geriye doğru hızlı bir okuma yaparsak; temel sorunların tamamında da aynı grubun ısrarlı bir katkısı olduğu da görülür. Kürt sorunu, faili meçhuller, başörtüsü yasağı, özelleştirme, AB süreci, Kıbrıs problemi... Bütün sorunların çözümüne karşı bilinçli bir direnç gösteren, kamuoyunu örgütleyen “yüzde 10”luk azınlık, hem gerilim üretmek ve hem de gerilimden şikayet etmek gibi bir maharete de sahiptir. Gerginliğin en çok da seçim sonrası dönemde yükselmesi de bir tesadüf değildir. Yüzde 10’nun lokomotif unsurları gittikçe umutsuzlaşan bir çabayla, demokrasinin gerilim ve kutuplaşma ürettiğini anlatmaya çalışıyorlar. Haklılar... Demokrasi onların imtiyazlarını ve garantili iktidarlarını daraltırken çoğunluğun alanını genişletiyor.
<< Önceki Haber Demokrasi gerilim üretir, demokratlaşmayalım Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER