EYLEMSİZLİĞİN uzatılması iyi oldu fakat bu örgütün lütfu değil bir sürecin sonucudur. Doğru bir
analiz yapmak için resmin tümüne bakmak lazım.
* Referandumda
Kürt meselesiyle ilgili olarak hükümete yapılan suçlamaların etkisiz kaldığı görüldü. Bu durumda eli güçlenen hükümet yeni adımlar atabilirdi. Nitekim BDP ile görüşmek için randevu bile kararlaştırılmıştı.
*
Hakkâri faciası bunu engelledi, hükümet randevuyu iptal etti. Cumhurbaşkanı ve
Başbakan Hakkâri saldırısını devletin yapmadığına dair güvenceler verdi,
PKK içinde hiyerarşi dışı bir grubun yaptığı defalarca açıklandı.
*
Öcalan da avukatlarına Hakkâri olayından şoke olduğunu, bunu “PKK içinde yönlendirilen başıboş bir grubun yapmış olabileceğini” söyleyerek peşinen devleti suçlayan bazı liberallerden daha dikkatli konuştu. Öcalan “burada görüşmelerim devam ediyor” diyerek devletten birileriyle görüşmekte olduğunu, Hakkâri saldırısıyla kesilen görüşmelerin yeniden başlamasını umduğunu da söyledi.
* Bu şeridin devamı “eylemsizliğin” uzatılması olabilirdi, öyle oldu...
Bundan sonrası
Dünyanın her tarafında etnik milliyetçilik ve
terörle uğraşma konusunda, uzun tecrübelerle oluşmuş genel bir süreç görülüyor:
Hükümetler kesinlikle terörle pazarlığa oturmuyor, ama devletlerin MİT gibi organları görüşmeler yapıyor. Öyle eylemsizlik falan değil,
silahları teslim etme karşılığında demokratik süreç genişletiliyor, reformlar yapılıyor.
Diğer bir etken, şiddetin durması ve demokrasinin genişletilmesi için
halk tabanından gelen baskıların yoğunlaşmasıdır.
Çünkü kanlı geçen uzun yıllardan sonra daha bir anlaşılıyor ki, terör metotlarıyla ülkenin bir bölümünde devletin egemenliğini sona erdirmek mümkün değildir. Terörü geriletmek mümkün ama yok etmek de mümkün değildir.
Bu tablo ‘orta yol’ arayışlarını ön plana çıkarıyor: Terör örgütlerinin silahları teslim etmesi, devletin demokrasiyi genişletmesi...
Türkiye böyle bir sürecin ilk aşamalarında gibi gözüküyor.
‘Demokratik özerklik’ engeli
Diyarbakır’da gelişen çok seslilik önemlidir. Nitekim
sivil toplum örgütleri PKK’nın
referandum ve okul boykotu çağrılarına karşı çıktılar. Tarhan Erdem’in araştırmasına göre kendisini ‘Kürt’ olarak niteleyen vatandaşlarımızın sadece yüzde 34’ü boykotu onaylamış, ama yüzde 52’si
evet, yüzde 13’ü hayır demiştir.
Ekonomik
kalkınma için
bölgenin güvenli ve huzurlu olması gerektiği fikri de bölgede gittikçe güçlenmektedir.
PKK partileri 2 milyon civarında kemikleşmiş bir oy tabanına sahip, ama hem bölge genelinde hem yaygın Kürt nüfusu içinde bu sayı üçte biri geçmeyen bir azınlığı yansıtıyor.
Siyasi Kürt hareketi bu gerçeği görerek
silah bırakma konusunda daha aktif olmalı, siyasi taleplerini de makul düzeylere çekmelidir. Siyasi içeriği milyonlarca Kürdü tedirgin edecek olan “Demokratik özerklik” etiketli totaliter projeyi dayatmak, çözüm yolunu baştan tıkamak olur.
Beri yanda, MİT elbette Öcalan’la görüşecektir, görüşmelidir de...
Hükümet de tabii BDP ile görüşecektir.
Hükümet
CHP ile diyaloğa da özen göstermelidir; Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki açıklamaları buna imkân verecek niteliktedir.
BDP tarafı “maksimalist” (aşırı) taleplerle süreci tıkamazsa çözümün uzun ince yoluna girilebilir. Girilmelidir de...