Sonunda... Abdullah Öcalan’ın da, Hakkâri’deki
vahşet ile ilgili olarak “devlet” kadar “PKK’ya da “şüpheci” yaklaştığı bir noktaya geldik. Kimin eli kimin cebinde belli değil...
Aslında
Kürt-Türk yok, “savaş lobisi” ile “barış lobisi” var...
Savaş lobisinin Türkleri ve Kürtleriyle, barış lobisinin Türkleri ve Kürtleri...
Neyse ki “eylemsizlik” kararı bir hafta daha uzadı.
Dilerim bu yedi gün içinde kalıcı barışa doğru daha ciddi adımlar atılır da, “barış lobisi” daha fazla inisiyatif alabilecek konuma gelir.
***
Bu arada...
Minnacık Kürt çocukları üzerinden, onları arkadaşları indinde “ötekileştirerek”
rant toplama eylemi de pek etkili olmadı.
Ana dilde eğitim temel hak ve özgürlüklerin bir parçasıdır...
Siyaset bunu minnacık çocukları alet etmeden, onları okullarından mahrum edip, okul ortamında zor duruma düşürmeden söyleyemez mi?
Yoksa çocuklara da aldırmayan siyasal harislik burada da mı geçerli?
Tabii
Türkiye Cumhuriyeti’nin, vatandaşlarının “temel hak ve özgürlükleri” karşısındaki bu ceberut ve sağır duruşu da inanılır gibi değil...
Ana dilde eğitim denince, aklıma hep 1979 yılında ziyaret ettiğim Fransa’nın Bask Bölgesi gelir.
Bütün resmi binalarda hem Fransızca, hem de Bask dilinde yazılan yazılar düzeyine otuz yıl sonra bile gelememiş bulunuyoruz.
Üstelik...
Kırk bin çocuğumuzu öldürmekle kalmadık, şimdi de Kürt bebeciklerimizi bu işlere bulaştırıyoruz.
***
Aslında, bunları çözmüş, daha üst düzey bir
toplum olsak...
Ağrı’nın Otlubayır Köyü’nde de “köy hattından eve
su çekilmesi” yüzünden beş kişi ölmezdi.
Edinilen bilgilere göre, merkeze bağlı Otlubayır Köyü Muhtarı Vehbi Aksoy ile
gönüllü köy korucusu Nihat Aslan arasında “köy hattından eve su çekilmesi” meselesi yüzünden
tartışma çıktı.
Karşılıklı küfürleşmeler sonrası tartışma kavgaya dönüştü. Muhtar Vehbi Aksoy ile yeğenleri Serkan,
Sinan, Hakan ve Vahit Aksoy öldü, Sibel Kılıç, Nurgül Aras ile
Ülker Aksoy yaralandı.
2010 yılında, kırk bin mezrası yanında, köylerinde “su sorununun” hala halledilmediği bir
ülke olduğumuzu da çok fazla unutmamalıyız.
***
Zaten...
Su sorunu gibi...
Yol konusu da henüz halledilmekte olan bir sorun değil mi?
Nitekim, özellikle
referandum sırasında Başbakan’ın ağzından sık sık Cumhuriyet tarihinde 6 bin 100 kilometre duble yol yapıldığını...
Son 7,5 senede ise yapılan duble yolun 12 bin 300 kilometreye çıktığını duymadık mı?
***
Elli yıl önce...
O dönemin mizah dergilerinde “yol ve su” isteyen köylülerin taleplerini laf olsun diye sigara paketinin ardına not eden semirmiş politikacı karikatürleri revaçtaydı...
Şimdilerde çok
şükür bu icraat hızla hayata geçmekte...
Ama...
Her türlü olumlu adıma rağmen bir başka açıdan da maalesef hala “yol, su,
ana dil” düzeyinde seyrediyoruz.
Türkiye’yi Türkiye ile kıyaslayınca ileri hamleler yaptık sanıyoruz...
Ancak, dünyadan bakınca ortaya çıkan objektif resmi de çok fazla unutmamakta fayda var...
Bizi hızlandıracak olan o resimdir...
***
Halkını korumak yerine iri kıyım şirketleri kollayan bir rejim nedeniyle...
12 bin ton çürümüş etin izini bulamadığımız ülkemizde...
Bizlerin “yol, su, ana dil” düzeyinde emeklememiz ağrıma gidiyor.
Çünkü...
Küresel ısınmaya karşı...
İnsanoğlunun...
Havadan karbondioksit çekmek...
Yanardağları harekete geçirmek...
Dünya ile güneş arasına panel yerleştirip güneş ışınlarına engel olmak gibi fikir egzersizleri yaptığı bir çağda yaşadığımızı da biliyorum...
Gelişmiş toplumlarla aramızdaki bu fark sizce de fazla değil mi?