Becerebildikleri en iyi iş kurultay toplamak, bunu da kavgasız dövüşsüz bitirememek...
Bunu dediğimizde “
yandaş”, “
CHP düşmanı”, “bilmem ne çocuğu” oluyoruz.
İşte yine bir kurultay arifesindeler...
Baykal, adeta bir “eş genel başkan” gibi davranan genel sekreter
Önder Sav’ı yemek için kurultay istiyor... Kılıçdaroğlu “bir delege oyununa
kurban giderim” korkusuyla direniyor...
Önder Sav “Baykal’ın fantezileriyle uğraşamam” diyerek ihanetini taçlandırıyor...
Bunları ben uydurmadım.
Gazeteler yazıyor.
Bu kurultay (seçimden önce veya sonra) mutlaka toplanacak... Mutlaka örnek bir kurultay olacak...
Deniz Baykal ve
Mustafa Sarıgül unsurları mutlaka kafa çıkaracak... Kim kimi
yiyecek bilinmez ama işin sonunda mutlaka kafa göz yarılacak...
Bunları yazıyorum diye “yandaş” ve “CHP düşmanı” olacaksam, olayım.
CHP’nin Yiğit Bulut’luğuna soyunmuş bazıları gibi Kılıçdaroğlu’nun ne
bilge, ne mütevazı, ne efendi, ne büyük bir siyasetçi olduğunu tekrarlayıp dursam sorun yok...
Hayır, elbette Kılıçdaroğlu düşmanı değilim.
Bilakis, bazı hususiyetlerini beğenirim.
İlk bakışta “iyi bir adammış” izlenimi bırakıyor insanın üzerinde. İyi bir adamdır da... Efendidir. Mütevazıdır. Empatisi yerindedir. Oturup iki çift laf edebilirsiniz... Hiçbir tedirginlik duymadan meramınızı dosdoğru anlatabilirsiniz. Sizi dinler, hak verir...
Fakat eline mikrofonu aldığında, hele de önünde her söyleneni onaylayacak hazır bir kitle varsa, bu mütevazı ve empatisi yerinde adama bir şeyler oluyor.
Birincisi, yalan söylüyor...
İkincisi, hiç de gerekmediği halde ağzını bozuyor...
Üçüncüsü,
hesap vermesi gereken konularda, kendisini bedavadan “hesap sorucu” konumuna oturtuyor.
Dördüncüsü, somut bir şey söylemiyor... Bir “gelecek telakkisi” sunamıyor...
Denilebilirse, bütün politikasını, “Recep Bey’in zaafları” üzerine kurmuş.
Recep Bey’in zaaflarını biliyoruz... Üslubunu, tarzını, alışkanlıklarını, her bir şeyini ezberledik... Diyelim ki ülkeyi kötü yönetiyor. Kendisi de berbat bir
Başbakan...
Peki siz iktidara geldiğinizde Recep Bey’den farklı olarak ne yapacaksınız? “
Özgürlükler” sorununu nasıl çözeceksiniz? AB’yle ilişkileri hangi esaslar üzerinde yürüteceksiniz? Yürütebilecek misiniz? Bugün söylediğinizi yarın inkâr etme huyundan vazgeçecek misiniz? Samimiyetinize kitleleri inandırabilecek misiniz?
Kürt sorunu ne olacak? İşsizliğe nasıl çare bulacaksınız? Nasıl bir anayasa
vaat ediyorsunuz?
Asker meselesini nasıl hale yola koyacaksınız?
Sakın, “Oy verin, görürsünüz” demeyin... “Arkadaşlar üzerinde çalışıyor” mazeretine de sığınmayın.
Somut bir şeyler söyleyin...
Recep Bey’in üslubunu, oturduğu evi, akrabalarını, yakın çevresinin mali durumunu, oğlunun ticari faaliyetlerini, boyunu posunu, icraatlarını eleştirebilirsiniz.
Eleştirmelisiniz de...
Recep Bey’in üslubundan ve yapıp ettiklerinden yakınıyorsanız, siz de üslubunuza dikkat edeceksiniz; “
kalpazan, haramzade, koca kulaklı” filan demeyeceksiniz. Havuzlu
kooperatif evi inşa etmeye koşmayacaksınız... Nüfuzunuzu ve konumunuzu kullanarak çocuklarınızı “
erken kıyak emeklilikten” yararlandırmayacaksınız. Etro
gömlek giymeyeceksiniz...
Maruzatım budur.
İsteyen “yandaş” demeye devam edebilir.