Türkiye'de
silahların susmasını, şiddetin son bulmasını istemeyen, şiddetten nemalanan güçlerin varlığını iyi biliyoruz.
Bu güçler çabalarını sürdürüyor. PKK'nın 13
Ağustos-20
Eylül arasında ilan ettiği
ateşkes döneminde dahi silahlar susmadı. Son olarak Hakkâri'de uzaktan kumandalı mayınla havaya uçurulan minibüste 9 kişi öldü, biri bebek 4 kişi yaralandı. Bu haince katliamı kim yaptı? Üzerinde tereddüt olmayan tek husus, dün Taraf'ın manşetinde dendiği gibi, saldırının "barış düşmanları"nın eseri olduğu.
Hükümet, barış düşmanlarını teşhir için bu saldırının sorumlularını mutlaka ortaya çıkarmalı.
Barış düşmanlarının gayretleri şu büyük gerçeği değiştirmiyor: Türkiye,
halkın demokratik olgunluğunu ve daha derin
demokrasi talebini ortaya koyan bir
referandumu geride bıraktı. Referandumun en önemli sonucu, zenginleşmeye ve
demokratikleşmeye devam diyenlerin
toplumun yaklaşık üçte ikilik bir bölümünü oluşturması. Referandum, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetine demokratikleşme hamlelerine devam için çok güçlü bir
yetki verdi. Halkın ezici çoğunluğu, "
Demokratik Açılım-
Kürt açılımı" politikasına öncülük eden; 1982 anayasasıyla
tahkim edilen bürokratik vesayete son verecek değişikliklere "
evet" oyunun yepyeni,
sivil ve demokratik anayasanın kapısını açacağını vaad eden
Başbakan Erdoğan'a, "Durmak yok, yola devam!" dedi. Şimdi beklediğimiz, Başbakan'ın ve hükümetinin halkın bu çağrısına
cevap vermesi.
Giderek zenginleşen ve özgürleşen, kendi ayakları üzerinde yükselen, bütün dünyada itibar kazanan Türkiye'nin şimdi birinci
gündem maddesi iç barışın sağlanması; önce ateşkesin kalıcı bir hale gelmesi, sonra da şiddetin son bulması. Burada elbette ki en büyük sorumluluk ve görev, Sayın Başbakan'a ve hükümetine düşüyor. AKP hükümeti, Başbakan'ın referandum sonuçlarının açıklanmasından sonraki, herkesi sevindiren teşekkür konuşmasında vaad ettiği, en geniş mutabakatla hazırlanacak yeni, sivil ve demokratik anayasa için gerekli çalışmayı hemen başlatmalı.
Gerek iç barışın sağlanmasında, gerekse demokrasinin yerleştirilmesinde öncülük görevi kuşkusuz AKP hükümetine düşüyor. Ne var ki, ne denli geniş bir halk desteğine sahip olursa olsun AKP iktidarı bu temel görevleri tek başına yerine getiremez. Sayın Başbakan, iç barışın sağlanması için Abdullah
Öcalan dahil kiminle olursa olsun görüşülebileceğini,
genel af çıkarılabileceğini, sivil ve demokratik anayasa için hükümetle işbirliğine hazır olduğunu söyleyen
Cumhuriyet Halk Partisi lideriyle en kısa zamanda bir araya gelmeli ve iki büyük partimizin birlikte çalışmalarına önayak olmalı. Sayın Başbakan, "21. yüzyılda şiddet, silah miadını doldurmuştur..." diyen
Barış ve Demokrasi Partisi ve
Demokratik Toplum Kongresi sözcüleriyle, iç barışı ve demokratikleşmeyi güven altına alacak önlemler üzerinde görüşmeleri bir an önce başlatmalı.
Yapılacak ilk iş, kanunları değiştirerek, şiddeti dışlayan sözü suç olmaktan kesinlikle çıkarmaktır. AKP,
CHP ve BDP yeni anayasada herhangi bir etnik kimliğe atıfta bulunulmayacağına, yeni anayasanın "Türkiye devletinin ve Türkiye halkının" anayasası olacağına dair ilke anlaşmasına varabilir. Yönetimde istikrar da, temsilde
adalet de Türkiye siyasetinin ihtiyacıdır. Seçim sistemi bütün ülkeye güven verecek şekilde, yine üç partinin anlaşmasıyla, bu iki ilkeye sadık olarak pekala ve kolaylıkla değiştirilebilir.
Yıllardır bu iki ilkeye en uygun
seçim sistemini araştıran Prof. Dr. Seyfettin Gürsel'in önerisi dikkate alınmalı. Gürsel'e göre, ülkeyi en çok 5-6 milletvekilinin seçileceği seçim çevrelerine ayıran ve barajı tümden kaldıran bir nisbi temsil sistemi, hem % 40 dolayında oy alan partiyi tek başına iktidara getirir, hem de Türkiye'nin bütün önemli partilerine, bu arada Kürt sorununu programlarının merkezine koyan partilere parlamentoda adil bir temsil sağlayabilir. (Bkz. Referans, 24 Ağustos.)