Şu anda televizyonda anadilini
İrlanda aksanıyla konuşan
Nurşen Mazıcı isimli akademisyenin “Bingöllü ne bilir HSYK’nın yapısındaki değişimi. Eğitimsiz kitle somut kazanımına bakar. Demokrasi,
özgürlükler kentli, okumuş... kesimlerin talebidir” mealindeki sözlerinin türevlerine önümüzdeki süreçte de çokça şahit olacağız.
Aldırmayın; tıpkı Orhan Veli’nin o güzel şiirinde dediği gibi, biliyorsunuz “aydınlatmacı elitler bu yalanı her seçimden sonra söyler”.
Lamı cimi yok,
referandumda
Türkiye halkının büyük bir çoğunluğu değişimden yana bilinçli iradesini ortaya koydu; yani öyle birilerinin sandığı gibi kömüre, makarnaya tav olmuş “
uçurum insanlarının” tamahkârlığının trajedisinden daha politik bir tabloyla karşı karşıyayız.
Çünkü
oylama sürecinde CHP’siyle, MHP’siyle ve ne yazık ki bir kesim ‘sol’ partisiyle birlikte hayırcı cephenin “Sistemin temelleri sarsılıyor, rejim değişiyordu,
ülke bölünüyor” vs. türünden argümanları tamamıyla siyasi içerikliydi.
Buna karşın AKP de propagandasını “Vesayet ve
darbe sistemine son, yeni ve
sivil anayasa” gibi söylemlerle son derece radikal politik bir zeminde yürüttü.
Dolaysıyla
Anayasa değişikliğine “Evet” diyen yüzde 58’ler, arkaik politik tehditlere yeni bin yılın politik gereklilikleriyle direndiler.
Gelin görün ki referandum sonrası gece kameraların karşınsa geçip “İnada devam” diyen Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, ona eklemlenen ÖDP, TKP ve benzeri ‘sol’ yapılar ısrarla bu gerçeği görmezden geliyorlar. Halkın teveccüh etmediği gerekçelerde ısrarcı olacaklarını açıkça ilan ediyorlar, onu küçümsüyorlar.
Türkiye halkının taleplerini doğru okuyup “başaran” siyasal
iktidarın karşına, sandığa gömülen eski argümanlarla çıkmanın, “başaracağız” değil “başarana direneceğiz” anlamına geldiğini anlamıyorlar.
Bu şekilde hareket ederek, kendilerinden çare bekleyenleri bile “medet ya AKP” noktasını getirdiklerini görmüyorlar.
İnternette yaydıkları, Aziz Nesin’in “Türkiye halkının yüzde altmışı aptaldır” şeklindeki sözleriyle, referandumda “
evet” oyu veren yüzde altmışı taşlıyorlar.
Dün de bir
gazete ilk sayfadan “Türkiye’de yüzde 60 sağ, yüzde 40 sol dengesi kemikleşti” spotuyla çıktı.
Değişime direnişin tuzlu sulu coğrafyalarına doğru çekilip tecrit olmayı, Türkiye’nin yeni muhafazakâr kesimini daha da kemikleştirip marjinalize etmeyi kendilerine
hedef olarak seçmişler. Ne diyelim yolları açık olsun.
Şimdi bu ülkenin demokratlarına, sosyalistlerine, özgürlükçü solcularına düşen, siyasal iktidarı, “daha fazla özgürlük ve
demokratikleşme” perspektifiyle yönlendirecek ve denetleyecek bir muhalefet ihtiyacını gidermektir.
Elzem olan, solu,
vesayetin halkın iradesine müdahale araçlarına sıkı sıkıya sarılarak, karşısında mücadele ettikleri iktidara “bahane” silahını
altın tepsi içinde sunan, statükonun bekçiliğine soyunup hayır cephesini örgütleyen CHP’yi, MHP’yi, YARSAV’ı, İP, TKP’yi kemikleşmiş sol sayan yeni muhafazakâr cenahtan ayrıştırmaktır.
Yo yo sözünü ettiğim bir siyasi parti falan değil, en azından şimdilik değil. Zira cin olmadan adam çarpmaktan başka bir anlama gelmeyen Türkiye solunun partileşme fetişizminin sonuçsuz kaldığını onca deneyimin ardından hepimiz çok iyi gördük.
Türkiye’nin son birkaç yılına damgasına vuran ve fiili yan yana gelişlerle gündemi belirleyip güçlü siyasal iktidara bile zaman zaman yön veren partisiz sivil
toplum muhalefeti önümüzü aydınlatabilir.
Referandum sonucuna büyük katkıyı yapan kesimlerin, Yetmez ama Evet Kolektifi’nin, Genç Siviller’in, Demokrat Yargı’nın... ve yatay örgütlenmiş, ağasız, şefsiz sözkonusu oluşumlara
destek veren yüz binlerce yurttaşın,
Taraf okurunun pratikleri de bu tahayyülün pekâlâ mümkün olduğunun açık bir kanıtı.
Tüm dünyada değişen ve atomize olan iktidar tahakkümüne koşut olarak muhalefet de dönüşüyor ve yaygınlaşıyor. İşte bize lazım olan da budur. Halkı, alternatifini de mevcut iktidarın içinde aramaya mahkûm etmeyen demokratik olarak örgütlenmiş, özgürlükçü ve
devrimci bir muhalefet.
Evet, ilk adımı attık; başarabiliriz.