Yöneten, sahip olduğu gücü
doğal bir hak, yönetilenlerin itaatini de bir görev haline getiremediği sürece hiçbir
iktidar sürekli olamaz. Demokrasi, bu hak ve itaat terazisini halkın rızası ile dengeliyor. Yönetme hakkı benden geliyor. O zaman kaynağı halktan, yani benden gelmeyen hiçbir gücün benim üzerimde hüküm sürme hakkı olamaz. Benim rızamı alacak yönetimin ise benim hakkımı-hukukumu koruması, bana
hizmet etmesi gerekir.
Ya bir
azınlık kendi çıkarlarını her şeyin üzerine koyup, yönetme işini de kendi ayrıcalıkları olarak görürse? Ellerine üstünlük sağlayacak bir güç geçirmişler. Su başlarını tutmuşlar. Bu güçten bir iktidar postu çıkartmak ve bu iktidarı kalıcı hale getirmek istiyorlar. Zor, kaba güç bu iktidarı sürekli kılmak için yetmez. Bu kadar haksız bir iktidara rıza göstermek de mümkün değil. Kaba gücün iktidarını kalıcı hale getirmenin tek yöntemi var: İnsanları köleleştirmek. Köleliği
gönüllü hale getirmek.
Zorba azınlığın yönetimine gönüllü olarak
boyun eğmeniz lâzım. Kendi hak ve hukukunuzun değil, onun ayrıcalıklarının vazgeçilmez olduğuna inanmanız lâzım. Sorgulamadan, eleştirmeden onun emirlerine itaat etmeniz lâzım. Böyle yapabilmeniz için yönetme hakkınızdan vazgeçip onlara bütünüyle devretmeniz yetmez. Bir
Mankurt gibi aklınızı onlara rehin vermeniz ve köleleşmeniz lâzım. Korkutarak, sindirerek, insanları
baskı altına almak sonra birbirine düşman etmek hükümran olmanın en kestirme yöntemi. Korku ve düşmanlık öyle bir hale gelecek ki, sizin kaba güçten ibaret yönetiminiz vazgeçilmez olacak. Korkularınızla baş edebilmek için, düşmanlarınıza karşı korunmak için bu kaba güç iktidarının saçakları altında kendinize emniyetli bir yer arayacaksınız. Her gün korkularınızın ne kadar derin, düşmanlarınızın ne kadar amansız olduğunu tekrar tekrar öğrenerek sizden
gasp edilen iktidarın sahiplerine itaat edeceksiniz.
Cengiz Aytmatov'un bulup aktardığı asırlar öncesine ait Mankurt efsanesi, bizim maruz kaldığımız felaketi anlatıyor. "Mankurtlar" dizisi ile bu felaketin farklı veçhelerini bir ipe dizip, başımızda duran belayı anlatmaya çalıştım. Çabamız, Nayman Ana'nın çabası. Evladımız bizden sökülüp kopartılıyor. Türlü işkenceler ve eziyetlerle kişiliği değiştiriliyor. Özünden uzaklaşıyor. Doğru ile yanlışı ayırt edemez hale geliyor. Sistemli olarak zihni karıştırılıyor. Sayın ki her Allah'ın günü
psikolojik harekâta maruz kalıyor. Sonra bizim öz evladımız bize düşman oluyor. Bizi bir kenara bırakın kendisine düşman kesiliyor. Neden, çünkü toplumu Mankurtlaştıranların böyle bir derin düşmanlığa, iç kavgaya ihtiyacı var.
Nayman Ana, kaçırılıp Mankurtlaştırılan oğlunu kurtarmak için dil döküyor. Ana yüreği ile onu sarıp sarmalıyor.
Sevgi ve şefkatle onu ikna etmeye çalışıyor. Tek çare işte bu sevginin dili. Hepimiz Mankurtlara karşı Nayman Ana olmalıyız. Onlar bizden bir parça. Ayrılığı aradan kaldırmalıyız. Mankurtlaşmanın panzehiri, Mankurtlara sevgi göstererek gerçeklerin dünyasına dönmelerini sağlamak. Doğru olanı bulması zaman alır, ama gerçeklere uyanması, kendi iradesini kullanmaya başlaması yepyeni bir başlangıç olacaktır.
Bizi Mankurtlaştırmak isteyenlerin arzu ettiği gibi, neden korkalım? Neden birbirimize düşman olalım? Paylaşamayacağımız ne var?
Türkiye, halkın sahneye çıktığı bir
referandum tartışmasının içinden çıktı. Sadece anayasanın değil, bize dair her şeyin değiştiğine
tanık olmadık mı? Neden? Çünkü elimizdekileri ortaya döküp birbirimizi ikna etmeye, aklımızı seferber etmeye fırsat bulduk. Ölçüsünü kaybedenler yeniden buldu. Korkudan, düşmanlıktan beslenenler açığa çıktı. Bu topluma Mankurtlar ordusu muamelesi yapanlarla hesaplaşma fırsatı doğdu.
Bugün, halkın göz kamaştırıcı iktidarının hükümran olduğu gün. Bütün hesaplar bu hükümranlık üzerine yapıldığı için, konuşanlar susacak, bu sese
kulak verecek. Sandık önünüzde dururken Mankurtluğun esamesi okunmuyor. Sandık bize biz olduğumuzu, özgür irademizi hatırlatıyor. Güç bizim ellerimizde.
Elimizde
oy pusulası, sandığa doğru yürüyoruz. Korkulara karşı özgüven açığa çıkıyor; düşmanlıklara karşı sevgi ve hoşgörü bize eşlik ediyor.