Her mitingin bir ruhu var... O ruh insanları meydanlara çekiyor.
Başbakan Erdoğan'ın
İstanbul Kazlıçeşme mitingine hakim olan ruhu, şu iki sihirli sözcükle anlatmak mümkün:
"Özgürlük ve
demokrasi..."
Dillere de pankartlara da bu iki sözcük hakimdi.
Gazeteci Ufuk Güldemir sık sık "
Amerika zenginliğini özgür düşünceye borçlu" derdi. Bir an Kazlıçeşme meydanını ve çevresini donatan sloganlara baktım:
Her tarafta bu özlemi dile getiren ve birbirini tamamlayan sloganlar vardı:
"Özgürleşme, zenginleşme, demokrasi ve askeri
darbelere karşı olma..."
Bu durumu 22 Temmuz 2007 ve 2009 mitingleriyle kıyasladım. Kalabalık boyutu bir yana, beklentiler farklıydı. Burada milletvekili olma, belediye meclisi üyeliği veya başkanlığı beklentisi yoktu.
Kuşkusuz kitleleri meydanlara toplamak önemli ama o kitlelerin o meydanlara akması çok daha önemliydi.
Kazlıçeşme'ye birkaç koldan gelen insanları izledim ve birçoğuyla konuştum. Meydanın diliyle gelenlerin dili ortaktı.
Ayrıca o meydanı dolduran kalabalıkların çeşitliliği de dikkat çekiciydi. Her yaştan, her toplumsal kesimden yüzbinler o meydanı doldurmuştu.
Yağmur, ramazan ve kandil olmasına rağmen bu ciddi bir kalabalıktı. Kazlıçeşme meydanı İstanbul
Ataköy'de oturanını da Sultanbeyli'de oturanını da, başı açığını da, kapalısını da bir araya getirmişti.
Peki, Ataköy ve Sultanbeyli'de oturanı aynı meydanda buluşturan neydi?
Genç bir kadın şöyle diyordu:
"Ne kadar siyasallaştırmaya kalksalar da biz gerçeği biliyoruz. Bu referandumda
evet diyeceğim çünkü daha fazla demokrasi ve
özgürlük istiyoruz. Bunu da çocuklarımızın geleceği için istiyoruz. Ve bir daha darbe olmasın istiyoruz."
Sultanbeyli'den gelen uzun sakallı, İslami giyimli
yaşlı birinin cevabı da farklı değildi:
"Demokrasi için buradayız. Ama sadece bize değil herkese demokrasi için evet diyoruz. Allah'ın izniyle darbelere de son vereceğiz..."
Kucağında üç yaşındaki çocuğu ve eşiyle miting meydanına gelen
genç işçinin söyledikleri de onları tamamlıyordu:
"Eşim ve çocuğumla buraya gelmemin bir tek nedeni var, hiçbir şey eskisi gibi olmasın. Yeni bir anayasa istiyoruz. AB standardında bir
yaşam istiyoruz. Yani tam demokrasi istiyoruz."
Meydan dolaşmaları sürerken kürsüye Başbakan
Tayyip Erdoğan çıkıyor. Sanki meydana tılsımlı bir el dokunmuşçasına hareketlenme başlıyor. En yoğun alkışı ve tepkiyi son "rahibe" tartışmasına ilişkin sözleri alıyor:
"Benim başörtülü bacılarımın örtüsünü rahibe kıyafetine benzettiler. Sonra da kalkıp 'Bizim değil, Başbakan sorumluyu bulsun' dediler. 24 saat geçmeden sorumlular bulundu. Sen kalkacaksın bu ülkede benim başörtülü bacıma, kardeşime rahibe benzetmesi yapacaksın. Halkımdan ve bizden özür dilemelisin."
Konuşma sürerken miting meydanının dışına çıkıp çevreye bakıyorum. Bir kısım insan ayrılırken, hâlâ gelenler de var.
Mitinge yeni gelen ve Hataylı olduğunu söyleyen yaşlı bir işçiyle konuşuyorum.
Şöyle diyor:
"Herkes 12
Eylül darbesinde Güneydoğu'da büyük zulüm yaşandığını bilir. Oysa bizim Hatay'da yaşadığımız zulüm ondan daha beter. Bir daha o günlere dönmek istemiyoruz. AKP'ye oy vermediğim halde bu mitinge geldim ve evet diyeceğim. Hepimizin darbelerden kurtulması için buna ihtiyacımız var."
O konuşmayı yaparken hoparlörlerden Başbakan Erdoğan'ın şu sözleri duyuluyor:
"Silivri'de
avukat, İstanbul'da demokrat olunmaz..."
Hataylı işçi aradığı cevabı bulmuş gibi umutlanıyor:
"İşte bu gerçeği hepimizin görmesi lazım. Ergenekon'un içinde benim yakınlarım da vardı, hepsi 2007 yılında darbe bekliyorlardı. Ama başaramadılar. Düşüncemiz ne olursa olsun darbelere karşı çıkmadan, bu ülkeye özgürlük ve demokrasi gelmez."
Kazlıçeşme mitingi dipten gelen çığlığın açığa çıktığı alandı. Oraya gelenler öfkeleriyle değil, hissiyatlarıyla, yaşanmış deneyimleriyle darbelere ve
vesayet rejimine karşı "Özgürlük ve demokrasi" çığlığıyla
cevap veriyordu.
Bu
Türkiye toplumunun kaderine el koyduğunun işaretiydi.