Türkiye, nihayet bir korku devleti olmaktan çıkıp demokrasiyle benzer bir demokrasiye doğru adım atıyor. 6 gün sonra sandıktan “
evet” çıkarsa, bu yürüyüş daha hızlı tamamlanır, yoksa biraz gecikir. Her halükarda geri dönüş yoktur.
Nitekim, finale doğru geçen her saat, atılan her adım, anayasa değişikliği paketinin ne kadar önemli ve olmazsa olmaz değer taşıdığını göstermektedir. Bunu en çok da pakete sadece
öfke saikiyle ve laf kalabalığıyla karşı çıkanların sözleri gösteriyor.
Anayasayı değiştirmemek adına söyledikleri her laf, kurdukları her tuzak “Bizim eski düzenimizden kurtulmak için bu fırsatı kaçırmayın” diyor.
Mesela, Kılıçdaroğlu ve partisinin içine düştüğü hal...
Kılıçdaroğlu gelene kadar, merkez
siyasetin dili şoven ve marjinal kesimleri olumsuz etkiliyor diye şikayet ediliyordu; şimdi o
iki dil tamamen birleşti. Şoven dil merkeze taşındı...
Halkı ve
halkın meşru temsilcilerini aşağılayan bu siyasal geleneğin temsilcileri sonuçta ülkenin en değerli
sanatçı ve ebebiyatçılarına da aynı muameleyi göstermeye başladılar.
Şu sözler,
Kemal Kılıçdaroğlu’na aittir ve referandumda “evet” diyeceklerini açıklayan
Orhan Pamuk, Sezen
Aksu ve
Orhan Gencebay için söylenmiştir:
“Bu
Anayasa değişikliği gerçekleşirse herhangi bir
iktidar, örneğin Orhan Gencebay’ı veya
Sezen Aksu’yu sevmeyen bir siyasi iktidar onlara hayatı
cehennem edebilir.”
Bu sanatçıları sevmeyen siyasal iktidar adayı belli;
CHP...
Kılıçdaroğlu, sinsi bir üzüntü edasıyla devam ediyor:
“Tabii, biz bunu istemiyoruz. Hiç kimse için hiçbir yurttaş için hayat cehenneme dönmemelidir!.. “Evet” derseniz bir gün gelir başınızın belaya girdiğini görürsünüz.”
Madem Kılıçdaroğlu “Biz bunu istemeyiz” diyerek bir kurtuluş umudu sunuyor, Sezen Aksu, Orhan Pamuk ve Orhan Gencebay, hayatlarının cehenneme dönmemesi için bu fırsatı kaçırmazlar herhalde!
Yol yakınken kendilerini “halkın iktidarı” trenine atarlar, kurtulurlar akılları varsa...
Hrant Dink kurtulamamıştı malum! Kendisine gönderilen açı, gizli haberleri alamamış, ikazlara
kulak tıkamış ve bedelini hayatıyla ödemişti.
Kemal Kılıçdaroğlu ve kendisinden güç alan parti sözcülerinin referandumda “evet” diyen sanatçılara yönelik apaçık tehdit ve
hedef gösterme politikası TCK’ya göre bir suçtur. “
Hayatları cehenneme çevrilir” ifadesi bunun zirvesidir. Unutmayalım, Hrant Dink de böyle sistematik bir
linç kampanyasıyla hayatı cehenneme çevrildikten sonra katledilmişti.
Ülkenin dünya çapında isim yapan sanatçılarını tehdit eden bir siyaset anlayışı, sahipsiz, yalnız ve şöhretsiz insanlara ne yapmaz? Neler yapmadı ki zaten...
Bu öfke Türkiye’nin başına bela açar ama CHP’nin yarattığı üslupla söyleyelim, sökmez! Vız gelir tırıs gider.
Bu filmin tek parti döneminden beri oynayan uzun versiyonu da sökmedi zaten. Sökmediği için Pazar günü; “
toplum”, “halk”, “millet”, “birey”, “sokaktaki insan” bir
darbe gününden tam 30 yıl sonra rejime kendi iradesinin mührünü vuracak. O iradeye de ne tehdit işler, ne de kuru laf...
Cumhuriyet’e, cumhur adına hükmeden, kendi tanımladığı rejimi kendi özgün hukuklarıyla yöneten siyasi geleneğin iki silahı vardır; yalan ve korku. Ardı arkası kesilmeyen yalanlarla insanların hayatlarını bazen bir cehenneme bazen de bir sahte cennete çevirmekte mahirdirler.
Tek parti döneminden bugüne kadar, “
Ankara” hep kontrollerinde olduğu için kendilerinden olmayanı pervasızca hedefe koydular. Öldürdüler, karaladılar, tehdit ettiler, sürdüler, süründürdüler. Ama artık buraya kadar, daha fazla gitmez.
Son bir gayretle ve can havliyle, yarattıkları “korku devleti”nin ömrünü uzatmak isteyenlerin çırpınışı da
pazara kadar sürer, mezara kadar değil.