Mütevazı bir mahalle mescidi...
Ilık bir sonbahar güneşi pencereden elini uzatmış siyahları iyice azalmış saçlarımı okşuyor.
Üniversiteli olduğunu öğrendiğim bir öğrenci hutbede
Kadir Gecesi'nin önemini anlatıyor.
Sevimli, sempatik bir delikanlı...
Otuz yıl önceki, öğrenc
ilik yıllarımdaki Kadir Geceleri'ne gidiyor hayalim.
Ramazan şimdi olduğu gibi, her bir mevsimin gönlünü hoş etmek için yine sarışın saçlı sonbaharlara
misafir olmuştu.
Bana mı öyle geliyor bilemiyorum ama o yıllarda bir çırpıda bir kaçının ismini sayabileceğim ateşin hatipler vardı.
Sesi, soluğu, coşkun akan akarsular gibi bütün bir
Anadolu'yu saran hatipler.
İnsanlar onları dinlemek için şehirlerarası yolculuklar yapıyor, camiler saatler evvelinden
balık istifi doluyordu.
Fethullah Gülen, Tahir Büyükkörükçü ve bu gün artık aramızda olmayan
Yaşar Tunagür, Timurtaş Hocalar bunlardan bazılarıydı.
O coşkulu vaazlar bir neslin üzerinde derin tesirler bıraktı. Kırsal kesimden gelen
gençleri araftan kurtardı.
Alışılmışın dışındaki o konuşmalar hala bu gün gibi hatıramızda çok canlı.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Ege camilerinin birinden yükselen Kadir Gecesi sohbeti ise unutulur gibi değil.
O gece Hocaefendi, bahar geldiğinde zirvelerden boşalan sular gibi coşmuştu.
Bizim kuşağımız, ilk defa o kadar yürekten, o kadar muhtevalı, o kadar anlamlı ve bir o kadar da sorumluluk yükleyen sözler duyuyordu.
Bir Kadir Gecesine yüklenen manayı ruhlarımıza duyurmak için kalbi ve gönlü gözlerine, bütün bir bedeni kollarına
yardım ediyordu.
Cemaat de coşmuştu. Fırtınaya tutulmuş koca okyanuslar gibi dalgalanıyor, rahmet sahillerine art ardına çıkarmalar yapıyordu ve feryad-u figanlar arşa yükseliyordu.
Göz pınarları taşıyor, alınlardan ve duvarlardan dökülen terler seccadeleri ıslatıyordu.
Bu gün gibi hatırlıyorum o dua dua yalvaran sözleri;
"Ey Alemlerin Rabbi olan Allah'ım! Hadiseler bizi boğacak hale geldi. Üstesinden kalkamaz hale geldik. Neslimizi sokağa döktüler, mabetlerden ayrı düşürdüler, alnı secdesiz yaptılar. Sen bu vaziyette bizi daha fazla devam ettirme Ya Rabbi!
Anadolu insanı olarak, Hazreti
Muhammed'in adını bugüne kadar gitmediği ufuklara götürmek istiyoruz. Doğusuyla batısıyla bütün insanlık, imandan ve Kur'an'dan mahrumiyetin bunalmışlığı içinde. Bütün bunalmışlara âb-ı kevser gibi götüreceğimiz Kur'an, onları idam-ı ebediden kurtaracak,
cennet-nümun bir hayata ulaştıracak. Bizim liyakatımız olmasa bile daha evvel ecdadımızın yerine getirdiği bu vazifenin hakkı ve hürmeti için bizleri bu vazife ile şerefyab ve serfirâz eyle!
Son şiire kafiye koymak istiyoruz, yaban ellerde gezen Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in atının dizgininden tutup dokuz asır Türkün yağız delikanlısının koşturup durduğu Anadolu'da dolaştırmak istiyoruz.
"Biraz da bizim vatanımıza gel Yâ Resûlallah!" diyoruz. Sen bu yağızları Malazgirt'ten, Çanakkale'den, Belgrat'tan çok iyi bilirsin. Bingazi'den, Maraş'tan, Gaziantep'ten bilirsin Yâ Resûlallah!
Palandöken'de elinde satırıyla koşturan ninesiyle bilirsin. Duvağını atıp Çanakkale'ye koşan geliniyle bilirsin. "Kafir tarafından işgal edilmiş vatanda yaşamak benim neyime" diyen genç kızıyla ve
yiğit delikanlısıyla bilirsin.
Yâ Resûlallah, şu camide şu cemaatin döktüğü göz yaşları ve terler senin içindir. Bunları, aziz şehit kanı gibi bir bardağa koyup şu
mübarek gece içinde Sana sunuyoruz.
Medineli'lerin seni davet ettiği gibi seni yurdumuza davet ediyor, "Ne zaman geleceksin?" diyoruz. Canımız dudağımıza geldi. Gayri artık dayanamayacağız. Sensiz yapamayacağız.
Ya Resûlallah, elini uzat, elimizi sık. Türkün yağız delikanlısı sana Medine'nin gençleri gibi el uzatacaktır. "
Ege'nin mütevazi bir mabedinden yükselen bu sözler bir neslin içine ezan coşkusu salmıştı.
Bu sözlere tanıklık edeli otuz yılı aşkın bir zaman olmuş.
O günlerden bu günlere aydınlık bir nesil yetişti.
Kardeş kavgaları durdu.
Anadolu'nun yağız delikanlısı uyandı.
Her bir şeyin farkına vardı.
Yağız atıyla sadece Anadolu'yu değil, dünyayı tehdit eden yangınlara yürüdü.
Geçtikleri yollar onların aydınlık yüzleri ile aydınlandı.
İçinde bulunduğumuz şu günlerde ülkemiz yine sancılı bir süreçten geçiyor.
Fakat "
Sabah ne zaman" diye bir bir geride bıraktığımız tepelerden sonra sanki önümüzdeki son akabeyi aşınca aydınlığın sökün edeceği gibi bir his var içimizde.
Onun için en çok da milletçe duaya ihtiyacımız var. Duayı umumi kılmaya ihtiyacımız var. Duaların makbul olduğu gecelerin çoğu bizi bıraktı.
Önümüzde bin aydan daha hayırlı bir gece duruyor.
Bu gece, Anadolu'dan ve dünyanın dört bir yanından, yerden yükselen havai fişekler gibi duaları arşa ulaştırma vakti.
"Ey Alemlerin Rabbi olan Allah'ım! Hadiseler bizi boğacak hale geldi. Üstesinden kalkamaz hale geldik. Neslimizi yeniden mabetlerden ayrı düşürmek, alnı secdesiz yapmak, sokağa dökmek, kardeşi kardeşe kırdırmak istiyorlar"
Anadolu insanı olarak, Hazreti Muhammed'in adını bugüne kadar gitmediği ufuklara götürmek istiyoruz, başlayan bu bezmi devam ettirmek istiyoruz Ya Rabbi!
Anadolu'nun yiğit delikanlısının eli Rasulullah'ın atının dizginlerinden zorla koparılmak isteniyor, bizse bırakmak istemiyoruz Ya Rabbi!
Sen bu milleti tanırsın Ya Rabbi! "Kafir tarafından işgal edilmiş vatanda yaşamak benim neyime" diyen genç kızıyla, yiğit delikanlısıyla tanırsın.
Bu gece; "bizi senden koparmak istiyorlar ama biz seni bıkamayız, biz sensiz yapamayız Ya Resülallah!" deme gecesi.
Bu gece gözyaşından ve terden oluşan sadakaları şehit kanı gibi seccadelere sarıp sunma gecesi...
Medineli çocuklar gibi yollara dökülme, yollara gül dökme gecesi.
Bu gece Kur'an gecesi...
Yeryüzünü dolduran melekler her köşe bucakta şafak sökünceye değin bu gecenin kadrini bilenlere
selam! Selam! Diyeceği, edilen dualara amin diyeceği gece.
Mahşerin maceralarından kurtulanlar, dalga dalga cennetin kapısına varıp dayandıklarında yine o sesi duyacaklar;
"Selam size, ne mutlu, giriniz cennete, giriniz cennetliklerin arasına sonsuza dek kalmak için"
Bu gece kökleri gökte dalları yerde olan cennetteki tuba ağacından sarkan meyveler gibi sabaha kadar rahmet memelerinin sarktığı ve onlardan kanıncaya kadar içenlerin bir seksen yıl daha yaşasa asla susamayacağı bir gece.
Sonsuzluğun Sahibi'nin sabaha kadar "yok mu dua eden duasını kabul edeyim" dediği gece.
"Onu son onda, tekli günlerde arayınız" fehvasınca, eyvah ki yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş geride kaldı.
Bari bu gece...
***
Ilık bir sonbahar güneşi mahallenin mütevazı mescidinin penceresinden elini uzatmış siyahları iyice azalmış saçlarımı
tatlı tatlı okşuyor.
Üniversiteli olduğunu öğrendiğim bir öğrenci hutbede Kadir Gecesi'nin önemini anlatıyor.
Sevimli, sempatik bir delikanlı...
Öğrencilik yıllarımdaki Kadir gecelerine gidiyor hayalim.
Ege camilerinde yüreği
yanık hatipleri dinlediğimiz günlere gidiyor hayalim.
O camilerden aldığımız coşkuyla, biraz da
gençlik safvetimizle, hangimiz daha fazla namaz kılacağız, diye yaptığımız o tatlı yarışları, bir yanı eksilmiş ayın aydınlığındaki yakarışları hatırlıyor ve Allah'ım! O günlerdeki duygularımızın duruluğu hürmetine şu önümüzdeki "eylül akabesini"de
evet sedaları ile aşmayı nasib eyle, diyoruz.
Bir his var içimizde bu gecenin sabahında, bu tepenin ardında aydınlıklar sökün edecek gibi bir his, bizi yanıltma Ya Rabbi!
Bu gece Kadir Gecesi ve bu gece dua gecesi.