GİRİŞ ‘AVCI’ MI ‘AV’ MI
1. Bu çalışmanın odak noktası, yalnızca Hanefi
Avcı’nın NTV’de Mirgün Çabaş ile
Ruşen Çakır’ın programında anlattıkları olacaktır. Bu nedenle de, burada sadece
Hanefi Avcı’nın söyledikleri ve ona sorulan sorular ve verilen
yanıtlar bağlamında değerlendirmelerde bulunulacaktır.
2. İsteyenler http://turksnl.net/forum/viewtopic.php?f=22&p=896716 adresinden, bu konu ile ilgili yaptığımız Hanefi Avcı merkezli 40 maddelik ilk değerlendirmemizi de okuyarak, bilgi dağarcıklarını geliştirebilir.
3.
Türkiye de gündemi belirlemede
amiral gemisi olan günlük bir
gazetede, yıllardır röportajları ve haberleri yayınlanan gazeteci arkadaşım, Hanefi Avcı’nın kitabı ve medyadaki söyleşileri ile ve benim onun hakkında yazdıklarımı ve değerlendirmelerim bağlamında; ‘…Avcı’nın kitabını almadım, çok da içim istemiyor.
Bilimsel şüpheciliğim, geçmişimden kalan en işe yarar miraslardan. Gazetelerde kitapla ilgili okuduklarım, bilim kurgu senaryolarını aratmıyordu.
Hani Marslılar dünyayı işgal eder, herkes hatta en yakınındakiler, evin şirin minik köpeği bile Marslı olur ya; filmin kahramanı yapayalnızdır, ondan başka dünyalı kalmamıştır.... Avcı'ya b
akılırsa herkes
Cemaatten olmuş, Türkiye’yi ele geçirmişler de haberim yokmuş... Sizin yazdıklarınız bu açıdan bakınca çok önemli: Avcı'ya ne oldu da böyle oldu, kırılma noktaları, kilometre taşları, ilişkiler, Emniyet içi dengeler, gruplaşmalar, ittifaklar... Satır aralarında verdiğiniz isimler ve somut olaylarda yatıyor bu sorularımın cevabı…’ değerlendirmesini yaparak bana e-
mail atmaktadır ki, kanımızca bu değerlendirmeler de oldukça önemlidir.
4. Makalenin içinde NTV’deki Hanefi Avcı’nın konuk edildiği programdan yapılan alıntılamalar, birebir http://www.ntvmsnbc.com/ web sitesinden gerçekleşti. Bu alıntılarda orijinale sadık kalındı ve orada konuşulanların üzerinden de kendi yorumlarımız / değerlendirmelerimiz eklenerek bu
makale oluşturuldu.
5. Hanefi Avcı’nın eksileri
eleştirilerek, artıları da bu takdir edilerek bu makalenin içerisinde ifade edildi. Üzülerek söylemeliyim ki, negatifler noktalar, pozitif kısımlara göre çok daha fazla söz konusu oldu.
6. Hanefi Avcı kendi söylemiyle; ortanın üzerinde bir istihbaratçıdır olmasına rağmen, asıl çok iyi bir
operasyoncudur.’ Son kitabın yazılması, televizyonlara çıkılması, gazete ve internet medyasına açıklamaların yapılması, kanımca 12
Eylül Ana
yasa oylamasın hemen öncesinde söz konusu olması / kurgulanması / ortaya çıkması tamamıyla zamanlaması çok iyi ayarlanmış bir operasyon(cu)nun işidir de denilebilir.
7. Hanefi Avcı da dahil olmak üzere
emniyetçilerin neredeyse hepsi, konuşmaktansa hiç konuşmamayı; topluluklar önünde konuşmaktansa dost meclislerinde ve 3-5 kişilik gruplarda konuşmayı; makale-kitap yazmak yerine sadece konuşmayı; kitap-makale yazmak yerine de bilgi notu hazırlamayı
tercih ederler. Hanefi Avcı da, daha öncelerde defaatle kendisine neden kitap yaz(a)madığı sorulduğunda; ‘yazmanın hiç de kolay olmadığını ve belki
Polis Okullarında eğiticilik yaparsa yazabileceğini’ ifade ederdi. Ortanın üzerindeki yaş grubunda olan emniyet müdürlerinden kitap yazanların ise büyük bir çoğunluğunun yazdıkları; ya Faruk Ünsal’ınki gibi komple bir yerlerden intihaldir ya da başkalarına yazdırılmış ve de sanki kendisi yazmış gibi kamuoyuna sunulmuştur. Hanefi Avcı’nın yazdığı kitap bağlamında da bu satırların yazarı ikircikli bir gidip gelme
yaşamaktadır.
8. Son 10-15 yılda yeni yeni yetişen
Polis Akademisi mezunu emniyetçiler ise, büyük bir çoğunluk itibarıyla ABD de ve Türkiye de master ve doktora çalışmaları yapmakta, polislik bilimi ile ilgili gerçekten de azımsanmayacak yazılı bir literatür oluşturmaktadırlar. Yeni yeni polislik biliminden doçentlik ve profesörlük alan akademisyenler de söz konusudur. Ben Hanefi Avcı’nın yazdığı kitapla ilgi de, her şeye rağmen bu eserin ilk bölümünün kendisince yazıldığını, cemaatle ilgili ikinci bölümünün ise sanki bir yerlerden ciddi anlamda
yardım(lar) ile yaz(dır)ıldığı kanısındayım.
Yiğit Bulut bunu ifade ederken ‘efendi efendi’ bir ‘yalçın’ ‘son’ ‘er’ olarak ifade etmişse de. Ben yuhhhh ya bu kadarı da ol(a)maz / olmamalı şeklinde düşünenlerdenim.
9. Hanefi Avcı’nın yazdığı iddia edilen kitabın benzeri kitapların yazılması, Hanefi Avcı gibi kişilerin yazılı ve görsel medya da haber – söyleşi bağlamında yer alması, gerçekten de önemsenecek ve daha da fazlasıyla artarak çoğalmasının gerekliliği, bizim açımızdan,
demokrasimiz v
e devlet kurumlarının yapıları hakkında ilk elden bilgi sahibi olma adına
ümit verici / umutlandırıcı olduğu kanısındayım.
MİRGÜN CABAŞ VE RUŞEN ÇAKIR İLE SÖZLERİ HANEFİ AVCI’DAN
GÜFTESİ CEMAAT’TEN OLAN BİR GÜVENLİK NİHAVENTİ
1. Hanefi Avcı; ‘..Fiili durum şu anda hala öyle (kendisinin
Eskişehir il
emniyet müdürü olmasıyla ilgili) ama dün itibari ile ben, şu andaki fiili görevimden affımı istedim, merkeze atanmam konusunda İçişleri Bakanlığı'na müracaatta bulundum…’ derken, kendi içerisinde ilkeli davranan bir tavır sergilemektedir. Hanefi Avcı aynı ilkelilik durumunu
Susurluk sürecinde de yapar. 1997 de Mehmet Ali Birand’ın
32. Gün programına konuk olan Hanefi Avcı, programın hemen sonrasında,
İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığı görevinden kendi isteği ile ayrılır ve pasif bir görev olan AKKM Başkan Yardımcılığına geçer.
2. Hanefi Avcı; ‘…İsterlerse böyle bir şey çıkarabilirler…’ değerlendirmesi ile istemezlerse almaya da bilirler tavrını sergilemektedir. Çünkü aktif il emniyet müdürlüğü ile pasif APK uzmanlığı şeklinde ifade edilen 1. Sınıf
Emniyet Müdürlüğü arasında dağlar kadar fark vardır. Bir diğer anlatımla, makam arabası, sekreterler, korumalar, artçılar, öncüller,
hediyeler,
takım elbiseler, eşine-çocuğuna korumalar, araçlar, lojmanlar, misafirhaneler, kullanılacak örtülü ödenekler, aktif görevin bitmesiyle birlikte sonlanacağı / kalmayacağı için, Hanefi Avcı dışında neredeyse hiç kimse böylesi aktif görevleri bırakmak istemez(ler) ki bu durum gerçekten de anlaşılabilir. Hanefi Avcı da; ‘isterlerse böyle bir şey çıkarabilirler’ derken, aslında ‘tükürdüğünü yalamamak’ prensibiyle hareket ederken, ben bu tavrı yapsam da,
bakanlık isterse, beni görevden almayıp, Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğüne de devam edebilirim demek istemektedir. Kanımızca, Hanefi Avcı’nın medyaya yaptığı bütün açıklamalar da, kitabın yazılması da, böylesine önceden bir ilk adımın atılması isteğinin dışa yansımasıdır.
3. Hanefi Avcı; ‘…Bu dilekçeyi (merkeze çekilme ile ilgili) tamamen kendi irademle verdim, bir kimse veya idareden bir telkin söz konusu olmadı. Makul olması gereken de buydu. Susurluk olayı sonrası epeyce bir sıkıntı yaşadım, gerek adli, gerek idari açılardan. Ama belli bir noktadan sonra hak ve
adaletin Türkiye'de çalıştığını bir nebze de olsa gördüm ve doğru yere geldiği kanaatindeyim. Onlar bir konuda telafi oldu diye düşünüyorum. Evet sıkıntı çektim, tutuklandım ama bugün geldiğim noktada çok da şikayetçi değilim…’ derken, aktif görevi bırakma kararını yalnızca kendi hür iradesi ile aldığını söylemektedir. Yine bu anlatımda, adaletin tam değil, yalnızca bir nebze de olsa çalıştığını da ifade etmektedir. Kısacası, Hanefi Avcı; kendi hür iradesi ile hareket etmekte ve adaletin de tam değil ama gecikmiş olsa da bir nebze / bir parça / az bir şey olarak, çalıştığına / işlediğine inanmaktadır.
Mirgün Çabaş: Siz kitabınızda diyorsunuz ki -569.sayfada- "Bu yazdıklarımın hayatımı
zehir ve zindan edeceğini biliyorum, daha önce de benzer şeyler başıma gelmişti ama bu defakinin başka bir şey olduğunun da farkındayım"
Ruşen Çakır: "Bana bu dünyada
cehennem yaşatmak isteyeceklerini biliyorum" dediniz.
Mirgün Cabas: Başladı mı sözünü ettiğiniz zehir zindan günleri?
4. Hanefi Avcı; ‘….Şu anda çok ciddi olarak bir şey görmüyorum ama ben geleceğin bu tür sıkıntıları getirebileceğini düşünüyorum…’ derken, bir çeşit kehanette mi bulunmaktadır? Acaba bunun somut
delilleri var mıdır? Yoksa kendi kafasında kurguladığı ve histerik düşünceler içerisinde olması nedeniyle; ‘hırsız alemi hırsız görür’ yaklaşımını da aklımıza getirerek, böylesi bir düşünce içine mi girilmektedir ve adeta halüsinasyon mu görülmektedir.
5. Yine; ‘…Belirttiğim kişilerin zaman içinde, hatta yıllar sonra bile beni izleyebileceklerini, takip edebileceklerini, aleyhimde bir ton
iftira uydurabileceklerini, özel yöntemlerle yalan yanlış şeyler yapabileceklerini tahmin ediyorum…’ derken, öncelikle söylediklerine inanılmasını istiyorsa ve hamasi bir vatan millet
Sakarya anlatımı yapmıyorsa, ‘belirttiğim kişiler’ tanımlamasındaki şahısların kimler olduğunu açıklamalıdır. Bunlar
Fethullah Gülen(ciler) mi?, Siviller mi?
Askerler mi? Emniyetçiler mi?
Fethullah Gülenci denilen emniyetçiler mi? Şeklinde yüzlerce sıralanabilecek alternatif anlatımlara yol açmamak için bu kişilerin kimler olduğunu açıklamalıdır. Eğer bu yapılmazsa, burada söylenilenler bağlamında, inanılmaz muğlak ifadeler ile içi boş olan değerlendirmeler / nitelendirmeler yapılması söz konusudur denilebilir.
Acaba Hanefi Avcı’nın ‘belirttiğim kişiler’ dediği ama belirtmediği ‘kişiler’ kimlerdir? Bu kişiler, geçen yıllar içerisinde kimlere iftira atmışlar, kimleri izlemişlerdir? Ve kimlerle ilgili yasal olmayan özel yöntemlerle, yalan yanlış işler /
teknik takipler /
dinlemeler yapmışlardır? Daha cümleye ilk başlarken, somut hiçbir delile dayanmayan bu muğlak ifadeler, yılların istihbaratçısı olan Hanefi Avcı’nın kendi müktese
batıyla bile çelişmekte ve kendisinin doğru söylemediği / sakladığı bir şeylerin var olduğu düşüncesini uyandırmakta ve acaba gerçekler çarpıtılıyor mu sorusunu akıllara getirmektedir.
6. Hanefi Avcı; ‘…Hatta başladılar doğru olmayan şeyleri saptırarak gündeme getirmeye…’ derken de; kendisinin bildiği ve fakat kamuoyunun bilmediği, ya da kendisini koruma saiki ile önceden hareket ederek ve kendisine
tehlikenin geleceğini düşündüğü ve onlara
direkt saldırmasının ses getireceğine inandığı yerlere bindirmeler yaparak ve adeta kendisine olacakların önünü kesmek için mi acaba böylesi değerlendirmeler yapmakta? / cümleler kullanmaktadır? Kısacası Hanefi Avcı kendi iç hezeyanlarını mı haykırmaktadır? Şu anda görmüyorum ama gelecekte olabileceğini düşünüyorum derken de, kendisi ile de çelişkiye mi düşmektedir?
Ruşen Çakır: Okuyucular diyorlar ki madem bu kadar şikâyet ediyordu bunun yasal yolları bellidir, bu yolları niye kullanmadı? Ama kitabı okuyanlar biliyorlar ki, siz bir takım yolları kullanmışsınız, bunları özetler misiniz? Bakanlarla savcılarla görüşmeleriniz.
7. Hanefi Avcı: ‘…34 yıllık bir mesleki geçmişim var, her şeyin devletin kendi
sistemi içinde halletmesi gerektiğine inanan biriyim…’ derken, ‘devletin kendi sistemi’ dediği şey acaba nedir? Eğer burada kast edilen,
vesayet yapısının ve
derin devletin yıllardır süregelen, kendi kokuşmuş sistematiği içindeyse; Hanefi Avcı da buna 28
Şubat ve Susurluk
kazası sürecinde en çok baş kaldıranların arasındadır. Hanefi Avcı önceden hem kendisi, kokuşmuş derin vesayet yapısının yıkılması / olmaması / yıpranması için, canla başla çalışmış, hem de çevresinde kendisini demokrasi havarisi şeklinde gören yüzlerce emniyetçiyi de yetiştirirken bir kişidir. Şimdi ne olmuştur da bu temel öğretisinden geri adımlar atmaktadır.
8. Devletin kendi sistemi içerisinde işlerin hallolduğu zamanlarda, Nuh
Mete Yüksel kendisini
Şereflikoçhisar
Cezaevine tıktı. Devlet kendi rutininde giderken, haki Yeşil’ler ortalığı yıkıp yaktı, Türkiye’nin
doğusunu yaşanmaz hale getirdi ve
PKK terörünü azdırdı. Devletin kendi sistematiği içinde,
JİTEM ortaya çıktı ve ‘faili belli’ olan ‘faili meçhuller’ hortlatıldı. 2010 yılında bile Hanefi Avcı’yı, diğer üniformalılardan ve emniyetçilerden ayıran en temel özellik, onun tabu yıkan tavırları, devletin kendi kokuşmuş sistemi içinde devam etmesine olan başkaldırıları ve onurlu duruşu değil miydi? Ama, aynı Hanefi Avcı, 2010 Ağustos’un da ise, önceden söylediklerinin % 100 tersi bir söylem ile NTV’ye çıkmakta,
Vatan gazetesine söyleşi vermekte ve oda tv’de de röportajları yayınlanmaktadır. Kendisini böylesine marjinalleştiren Hanefi Avcı adeta kendi kendini tüketmektedir.
9. Hanefi Avcı; ‘….
Meslek hayatımda hep bunu denedim, bunun dışındaki yol ve yöntemlerin uygun olmadığı kanaatindeyim. Bir tek bunu Susurluk'ta yapmadım, çünkü orada da devlet sistemi, o mekanizmayı düzeltmemişti. Ben Susurluk döneminde de birçok kişi ile görüşmüştüm, hatta muhataplarına dahi bu yol ve yöntemlerin yanlış olduğunu, devletin gizli yöntemlerle iş yapamayacağını anlatmıştım ve söylemiştim. O günlerde bunlar karambole karıştı ve bana sorulmadı….’ anlatımı da bütünüyle tam bir zırvadır. Eğer bu söyledikleriniz Susurluk da ‘karambole’ karışmışsa arada geçen 13 yıl gibi süreçte neden bununla ilgili hiç bir adım atmadınız denilirse ne yapacaksınız? Neden bu süreçte hiç bir tavır sergilemediniz? Eğer yanlışlar varsa, bunları ifade etmeyip üç maymunları oynamanın yerine, neden bu hatalı uygulamaların yaşandığı süreçlerde, emniyet içindeki en aktif görevlere talip oldunuz ve aynı yanlışların devam etmesine izin verdiniz? En azından
istifa etme onurluluğunu göstermediniz?
10. Hanefi Avcı; ‘….Evet, ben kitabın birinci bölümünde yer alan anılarımla ilgili bir
hazırlık yapıyordum ama bu daha uzun vadeliydi…’ derken kitabı okunur ve önemli kılan sayfaların, birinci bölümde değil, ikinci bölümde olduğunu söylemek gerekir. Eğer Hanefi Avcı kitabının yalnızca birinci bölümünü yazacak olsa, trajı binlerle ifade edilecek olan bir çalışmadan farklı bir şey ortaya çıkmayacaktı. Kanımızca bunu kendisi de çok iyi bilmektedir. Ayrıca gene emniyette görev yapan birisi olarak, onun da çok iyi bildiği gibi, aktif görevden ayrıldıktan sonra, insanlarda, o kişiyi
aramama / sormama / ilgilenmeme / eskisi gibi değer vermeme gibi durumlar fazlasıyla söz konusudur. O halde
emekli olduğunda yazdığı ve yalnızca ilk bölümünün olduğu bir kitap, akademik anlamda ‘cop culture’ şeklinde ifade edilecek ‘polis alt kültürünü’ ifade eden bir eser olmasının dışında, çok da bir anlam ifade etmeyecektir. Ayrıca emniyetçi olup da, emekliliğinden sonra kitap yazan kişiler de bir elin
parmakları kadar bile yoktur.
11. Hanefi Avcı; ‘…İkinci bölümdeki cemaatle ilgili kısım için müracaat etmem gereken, konuşmam gereken herkesle konuştum…’ derken, bunların kim olduklarını açıklamalıdır. Böylesi önemli olduğuna inandığı bir konu da, ‘yetkiliymiş gibi gözüken yetkisizlerle’ ve ‘problematik muhterislerle’ görüşmüşse / konuşmuşsa, bu ne kadar doğru olur? Yoksa konuşmamış, aksine ortalığın kızışmasından ve Hanefi Avcı faktörünü de yanına almaktan mutlu olacak birileri, Hanefi Avcı’nın yetkililerle konuştuğunu zannetmesi çerçevesinde, acaba acayip bir şekilde ‘kullanmış’ mıdır? Ve birileri bilinçli olarak ona yanlış bilgiler vererek, bu kitabın yazılmasına mı vesile olmuştur? Ya da kendi çocukları ABD’ye giderlerken, keşke onlara bu kitap yazma ile ilgili düşüncesini açsaydı ve onların Pensilvanya’daki ziyaretlerinde konu yetkili yerlere açılmış olsaydı daha mı iyi olurdu, diye söyleyenlere acaba ne yanıt verilecektir?
12. İstenirse daha somut yazalım; Cemaat ile ilgili müracaat ettim dediğiniz kime / kimlere gittiniz? Fethullah Gülen de kurucu üyesi olduğu için,
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanına mı? Ya da sizin anlatımlarınızla, bütün Türkiye’nin tanıdığı emniyetten sorumlu denilen Kozanlı Ömer’e mi? Ya da ‘çakma’ olan ve kendi menfaatleri / makamları için ortalıkta gezen insanlara mı? Eğer siz, gideceğiniz adreste bile hatalar yaşamışsanız, ya da gittim demiş olmanıza rağmen gitmemişseniz, nasıl oluyor da böylesi büyük bir itham da bulunabiliyorsunuz?..
13. Hanefi Avcı; ‘…Hem sayın bakanla hem genel müdürle hem diğer bakanlarımızla hem de cumhuriyet savcılarımızla…’ gittim derken de kendisi gerçekten de sanki çok yaman bir çelişki mi yaşamaktadır? Siz 34 yıllık meslek hayatınızda nereye gideceğinizi bile karıştırıyorsanız, iyi ki Kaçakçılık ve
Org.nize Suçlarla Mücadele Daire Başkanı değilsiniz. İyi ki
Edirne ya da Eskişehir Emniyet Müdürü değilsiniz. Çünkü bir yandan Fethullah Gülen’ e haber gönderdim diyen siz, diğer taraftan da bakana, genel müdüre, diğer bakanlara ve de cumhuriyet savcılarına da gittim diyen gene aynı sizsiniz. Korkarım ama siz bu tavrınızla tam bir Nurettin Saçan ya da
Adil Serdar Veren gibisiniz.
14. Hanefi Avcı; ‘…Baktım ki bunlar şifahi görüşmeler, yazılı hale getirmek lazım. Yazılı hale getirdim ve dilekçelerimi işleme koydum. Bunların bir müddet sonra yürümediğini gördüm, sonra daha yukarılardan sistemin çalıştırılması için girişimlerimi de yaptım. Ancak ilk dilekçemi verdiğim tarihten 8 ay gibi bir süre geçti ki devlette en geç 60 gün içinde bu işlemlerin yapılması gerekir. Bütün mekanizmaları kullanmama rağmen hala bu sistem çalışmadıysa, artık bunun yazılması gerektiğine inandım, ondan sonra kitabı yazdım…’ derken, aslında siz doğrudan devletteki işlerin yürümeyişinden de şikâyet etmektesiniz. Ama bu yakınmayı şifahiden yazılıya dönüştürmenize / çevirmenize rağmen, sistemin hala işlemediğini düşünerek, kitap halinde yazayım dediğinizi söylüyorsunuz. E o zaman size sormazlar mı; sizce bu gittiğiniz bütün devlet erkânındakilerin hepsi de Fethullah Gülenci mi de söylediklerinizi / dilekçelerinizi işleme koy(a)madılar? Eğer ‘
evet’ derseniz, sanırım mezardakileri bile güldürecek bir anlatım sergilemiş olursunuz. Eğer ‘hayır’ derseniz de, o zaman, siz gene kurduğunuz
komplolar ve halüsülasyonlarla yaşıyorsunuz ve bir an önce Prof. Dr.
Nevzat Tarhan ile görüşmelisiniz.
15. Yine, 28 Şubat 1997 sürecinde izlediğiniz yolu, neden 2010 Ağustos’unda da takip etmediniz? 1997 de yalnızca bir ‘bilgi notu’ hazırlamanın dışında hiç bir şey yapmazken, bugün ne değişti de yukarıda saydığınız yerlere gitmek gereği duydunuz? 28 Şubat sürecinde de, yoksa 2010 da yaptığınız gibi önce askerlere gittiniz ve konuştunuz, onlar kabul etmeyince de ‘bilgi notunu’ mu hazırladınız? Sonrasında da Mehmet Ali Birand’ın programına çıktınız? Nereden bakarsanız bakın, 1997 ile 2010 yılları arasındaki Hanefi Avcı’nın mantalitesinde inanılmaz değişimin ben varlığını görüyor / yaşıyor / biliyorsam, eminim siz benden daha fazla kendinizdeki bu değişimin nedenini araştıracaksınız.
Ruşen Çakır: Siz cemaat diye suçladığınız kişileri yıllardır tanıyorsunuz. Hatta öğrencilik zamanında ışık evinde bir müddet kaldığınızı, çocuklarınızın cemaate yakın olduğu bilinen Samanyolu Koleji'nde okuduğunu, hatta bugün suçladığınız birçok kişiyi bizzat kendinizin yetiştirdiğini de söylüyorsunuz. Niye doğrudan anlatmadınız cemaate, kolaylıkla ulaşabileceğiniz insanlar anlaşılan.
16. Hanefi Avcı: ‘…Cemaatin kendi iç dünyalarına, kendi okullarına, kendi yardım kuruluşlarına, kendi insanlarıyla yaptıkları konuların karşısında değilim. Bu topluma da
hizmettir, insanlar arası dayanışmayı sağlayabilir, birçok şey güzel de olabilir…’ derken, adeta bir Fethullah Gülen sempatizanı / taraftarı gibi söylem kullanmaktadır. Bir diğer anlatımla, bu STK hareketinin yalnızca eğitim alanında çalışması gereken bir yapı olarak gören ve başka alanlara girmemesinin gerekliliğine inanan / vurgu yapan bir söylem söz konusudur. Acaba Hanefi Avcı, başka STK’lara da aynı
öneri ve temennilerde bulunmakta mıdır? Örneğin masonlara; ‘ey masonlar, sadece Rotary ve Lions şeklinde çalışmalarınız yeter, daha fazlasını yapmayın’ demiş midir? Ya da Sebataylara, ‘ya lütfen ayıp oluyor ama TSK da
örgütlenmeyin, bak sonra sizi şikâyet edeceğim’ önerisini götürmüş müdür? Veyahutta, Alisiz
Alevilere, ‘sevgili canlar, lütfen ama
Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay’ın dediği şekliyle yargıda örgütlen(mey)in’
teklifinde mi bulunmuştur? Bulunduktan sonra da, acaba onlar her ne yapıyorlarsa iddia olunan bu yaptıklarını hemen bırakmışlar mıdır? Ya da, ‘ya Hanefi Avcı, herkes kendi işine baksın ve çizmeyi aşmasın mı’ demişleridir? Ya da onlara hiçbir öneri ve temennide bulunmadan ya da bulunup istediği neticeyi alamadığı için, hemen dilekçeler yazarak onları da devletin ilgili birimlerine mi şikayet etmiştir? Şikâyetinden 8 ay sonra da gene sonuç alamayınca, oturup onlar hakkında da kitaplar mı yazmıştır? E o zaman Hanefi Avcı’nın yayınlanmış yüzlerce kitabı mı vardır?
17. Yoksa 2 çocuğunu bile, onlara ait olduğu iddia edilen özel okullarda okutarak, kendini en çok Fethullah. Gülen grubuna yakın gördüğü için sadece bu önerileri Gülen grubuna mı yapmaktadır? Yoksa, 1997’den 2010’a kadar ki geçen süreç içerisinde, ‘sap dönmüş, keser dönmiş / gün gelmiş
hesap dönmüş’ müdür? Ve kendisine artık maddi / manevi menfaat sağlan(a)madığı için, bu gruptan uzaklaşmak mı istemiştir? Ya da ‘devir şimdi Fethullahçı olanlara ‘çakma devri’, eğer ben de onlara şimdi tam da
Anayasa oylaması öncesinde çakarsam, daha farklı yerlere doğru tırmanır mıyım?’ yaklaşımını sergilemiştir?
18 Hanefi Avcı; ‘…Ben onların, polis içine,
adliye içine girerek bugünkü adalet mekanizmasına, suç
soruşturmalarına karışmalarına karşıyım…’ derken bunların varlığını ve böylesi işlere girdiğini, 34 yıllık bir istihbaratçı olarak, ancak 2010 yılında mı algılamıştır? Yoksa yanında çalışan herkesi seçerken, ‘bunlar daha çok
ülkesini milletini seviyor, canla başla çalışıyor, aynı dili konuşuyoruz, onlar çalışıyor ben ve benim arkadaşlarım da kahraman oluyor, ön plana çıkıyor’ şeklinde düşünerek, bunlar hakkında hiç ses çıkarılmamış ve hatta aksine bunları hep
desteklemiş midir?
19. Fethullah Gülen de bu konularla ilgili; ‘…Ayrıca bu ülkenin insanlarına yıllarca vaaz kürsülerinde söylemiş bir insanım ben. Bu ülkenin insanı neden sadece Kur'an kursuna, imam hatibe yöneliyor? Değişik mektepler yok mu?
İlahiyat açıldığında neden sadece ilahiyata inhisar ediyorsunuz? Neden tıp, fizik,
kimya okumuyorsunuz? Niye buraya yönlendirmiyorsunuz? Çocuklarınızı neden mülkiyeye, askeriyeye, emniyete yönlendirmiyorsunuz? Bu ülke bizim ülkemiz. Ben bu ülkenin insanıyım. Bugünkü insanlar, şurada burada caka yapan insanlar, belki şu sıkıntıları hiç yaşamamıştır. İftihar adına söylemiyorum şunu; benim atalarım dedelerim Rus harbinde Ruslara, Bulgar Harbi'nde Edirne'de Bulgarlara karşı savaşmış insanlar. Ben hep o savaşları dinleye dinleye büyüdüm. Ama kendileri onun zerresini görmemiştir. Bu açıdan çok rahatlıkla söyledim bunu. Bir insan kendi ülkesinde, ülkesine ait değişik birimlere sızmaz ki. Sızma yabancılara aittir. Yani gâvur olur bir insan, bilmem ne olur, demeyeceğim onlara; kimseyi de karalamayacağım ben. Onlar bu milletten olmadığı için, bu milletin kaderine hâkim olmak için sızarlar. Bir ülkenin kendi evladı, kendi müesseselerine sızmaz. Girme onun hakkıdır. Bugün de onlara bir kere daha tekrar ediyorum.
Hayati bütün birimlere çocuklarınızı yönlendirin girsin, her yerde olun!
Kuran kursunda da olun, ilahiyatta da, adliyede de, emniyette de, mülkiyede de, askeriyede de olun. Hatta göklerde, yıldızlar arasında,
denizin dibinde 20 bin fersahta da olun. Bu sızma olmaz, böyle mesele sızma olmaz. Bunlarla insan karalanmamalı. Bunlar zannediyorum, düşünce özründen kaynaklanan şeyler. Düşünce özrü, bir de ifade özrüne inzimam edince, bu defa müzaaf bir özür ortaya çıkıyor. Söylenen şeyler tenakuzlar, çelişkiler ortaya çıkıyor…’ demektedir ki, kanımca bu konular üzerinde de derinlemesine düşünmekte yarar vardır.
20. Hanefi Avcı; ‘…İnsanların
özgürlüklerinin, insanların şeref ve onurlarının sıkıntıya sokulduğu tarikatlara karşıyım ve buna cemaatin müdahale etmemesine karşıyım…’ derken, somut olarak bu tarikatların de isimlerini söylemesi gerekmez midir? Çünkü burada çok ciddi bir
hakaret vardır ve cümlenin ilk kısmı ile son kısmı (ikinci bölümü) arasında da inanılmaz bir çelişki mevcuttur. İlk bölümde, sanki insanların onuru ve şerefiyle uğraşan bir tarikatın varlığından söz edilirken, ikinci bölümünde de bu olanlara cemaatin müdahale etmemesinden dolayı serzenişte bulunulmaktadır. Kısacası buradaki ikircikli söylemde bile, ciddi bir kafa karışıklığı söz konusudur.
21. Hanefi Avcı, ‘…Yoksa okulların, bir takım müesseselerin faydalı olduğu inancındayım…’ derken de gene iç hesaplaşmasını yapmakta ve kendi ile barışık olmak için,
hain olmamak için, böylesi bir cümle kurmaktadır.
22. Hanefi Avcı; ‘…Her zaman her şeyi açık ve net yaparım, ben kitabı yazmadan önce cemaatin ileri gelenlerinden bazılarıyla görüştüm…’ dediği kişiler, burada da yazmamız gerekirse; kim olduğunu / olduıklarını açıklamazsa namerttir. Namerttir çünkü karşı taraftakinin buna yetkili olup olmadığı bile belli değildir. Ayrıca, eminim bir istihbaratçı olarak, ilgili kişilerin yetkili ve rey sahibi bireyler olduğunu da kendisi ispatlayacaktır. Ya da görüştüğü kişi, acaba Osmaniyeli Ömer midir? Eğer öyleyse de, Hanefi Avcı suçladığı bir insandan, medet uman bir kişi pozisyonunda mıdır?
23. Hanefi Avcı; ‘…Onlara dedim ki, 'Bakın bugün polis içinde adliye içinde asker içinde cemaatin yaptığı olaylar var. Bu tahkikatlar yanlış yapılmaktadır, bir takım insanlara iftira edilmektedir.' derken, kendisinin bu konuyla ilgili gerçekten bilgisi / somut delilleri var mıdır? Ya da sadece sezgi ve öngörüleri ile mi bunları söylemektedir? Kanımca somut delilere dayalı olmayan bir söylem ile kendisine ‘müddei iddiasını ispatla mükelleftir’ denilebilir. Aksi halde, Hanefi Avcı’nın söyledikleri ve yazdıklarından dolayı, yasal sorumluluğu da doğabilir. Ayrıca 1997’den bu tarafa istihbarattan uzaklaşmış olan bir emniyetçinin, polis-asker-adliye ile ilgili böylesi büyük bir iddiada bulunması, Hanefi Avcı’ya bağlı özel bir istihbarat birimi yoksa, ya da birileri tarafından kendisine bu bilgi adrese teslim gönderilmemişse ve kitabın yaz(dır)ılması bağlamında hazır paket bilgiler eline verilmemişse, bu söylemini doğrulayabilmesi çok zor ve hatta olanaksız mıdır?
24. Hanefi Avcı; ‘…
Kitapta söylediklerimi büyük oranda anlattım, bunların hata olduğunu söyledim. 'Ben size karşı tavır alacağım, bakın dost biliyorsunuz beni ama size tavır alacağım' dedim…’ anlatımına göre, Hanefi Avcı kendisini sözünü ettiği yapıya yakın bir ‘dost’ olarak mı görmektedir?
25. Hanefi Avcı; '…Sizinle
kavga edecek halim yok, size karşı mücadele edecek çok gücümde olmayabilir ama niyetimi belli edeceğim, bunu deklare edeceğim' dedim. Kitaptan söz etmedim ama basına açıklama yapabilirim, ilan edebilirim, bir tavır koyabilirim diye net olarak birden fazla insana söyledim. Fethullah Gülen'e gitmemesi düşünülemez bu mesajın. O zaman biz bunu ilgili yerlere taşırız diyerek Fethullah Hoca'ya iletecekleri imalarında bulundular. Mesajımın Fethullah Gülen'e gittiğini düşünüyorum, gitmemesi düşünülemez. Aradan geçen iki buçuk ayda bana bir
cevap dönmedi…’ denilirken, ‘birden fazla insan ile konuştuğunu’ ve ‘imalarda bulundular’ derken de, içinde netlik olmayan, yalnızca kendisinin bir algılamasının dışa yansıtılması söz konusudur. Kanımızca burada da gene çelişkili olan ve fakat mutlak doğruymuş gibi empoze edilen bir anlatım söz konusudur. Yine Fethullah Gülen’den net bir yanıt beklediği konusu da ironik bir söylemdir. Fethullah Hoca; ‘tamam Hanefi Bey, bir daha yapmayacağım, beni affet’ mi diyecektir. Kısacası oradan beklenen cevap nedir? Devlet aklı ile düşünen bir
Anadolu insanının söylemi, Hanefi Avcı’nın anlatımı biçiminde olmayacağı neredeyse kesindir.
Mirgün Çabaş: Bu uyarının ardından faaliyette bir değişiklik sezdiniz mi?
26. Hanefi Avcı: ‘…
Hayır günümüzdeki olaylara baktığınız zaman o tavırda bir değişiklik yok, hala devam ediliyor…’ değerlendirmesini yapar. Demek ki, bu beklenildiği söylenilen 2,5 aylık süreçte de, Hanefi Avcı Edirne ve Eskişehir’de il emniyet müdürlüğü yaparken de ve hatta şimdi de, somut olayları takip etmiş, bu olaylara kafa yormuş ve Fethullah Gülen’in yandaşlarının ya da Fethullah Gülen’in kendisinin ya da kendisine, Fethullahçı gibi gözüken emniyetteki 3-5 ‘çakma’nın dediklerine inanmış ve böylesi sert bir değerlendirmede bulunmuştur. Keşke bu ‘çakma’ Fetullahçılarla görüşmek yerine, kitabında da söz ettiği R.G. ile görüşseydi ve bir sonuca bağlasaydı denilebilir mi?. Kısacası Hanefi Avcı, tam doğruları söyleme(me)kte, yazdığı / yazdırılan / ısmarlama teslim edilen kitabına da, payanda olsun diye böylesi bir mizansen mi hazırlamaktadır?
Mirgün Cabas: Yanılıp yanılmadığınız tartışmalarına bir de eleştiri eşlik ediyor. Kitabınızın
belgesiz ve delilsiz olduğu, yalnızca şahsi izlenimlerinize dayanarak yazıldığı, dolayısıyla haksız suçlamalar içerdiği yönünde. Bu delil meselesi üzerine konuşalım biraz, bunları delillendirebilir misiniz?
27. Hanefi Avcı: ‘…Kitapta azımsanmayacak kadar delil var ama bu kitap bir deliller kitabı değil. Delilleri koymaya kalkarsanız birkaç cilt kitap çıkabilir. Elimde yeterinden fazla delil de var…’ der. Eğer gerçekten de deliler varsa, kitabın içinde yazılanlar, duyumlardan ve dedikodulardan başka bir şey değil denilmesine karşı, her söylenen cümle ve iddia için somut deliller ortaya çıkarılırsa, Hanefi Avcı asrın
davası olabilecek bir olayın babalığını yapmış olacaktır. Aksi halde de ‘müfteri’ durumuna düşecek ve kendisine karşı onlarca-yüzlerce dava açılabilecektir. Ancak bu şekliyle kitap, bir polisiye
roman, illimunati fiction gibi bir tat vermektedir. Ayrıca kitabın içinde anlatılanlar, olaylardaki vahameti anlatmak yerine, Vatan’dan Mustafa Mutlu’nun anlatımları içinde; ‘bu organizasyonu inanılmaz büyük ve her şeyi
kontrol eder’ şekilde göstermektedir ki, ‘adeta bundan kaçış söz konusu olamaz’ şeklinde insanların düşünmesi mi istenilmektedir?
28. Hanefi Avcı’ya göre; ‘…Ayrıca yeni ceza yasamıza göre, kimsenin delil toplama yetkisi yok. Delil toplama yetkisi savcıya veya hakimlere aittir…’ diyerek, kendisinin adeta hiçbir delili toplama ve ispatlama sorumluluğu olmadığını söylemektedir. Bu anlatım bile, elimde var dediği delillere yeterince güvenmediğinin ve hatta yalnızca duyumlarla hareket ettiğinin bir göstergesi midir? Ayrıca diğer bir taraftan da, eleştirdiği ve bu örgütten olduğu ön yargısı ile hareket ettiği, hakim, savcı ve polislerle ilgili de; ‘delilleri topluyorlar’ diye onları cemaatçilik yapmak ile suçlamaktadır ki bu söylem de kendi içinde bir ikircikli durum sergiler.
29. Hanefi Avcı; ‘…Eğer siz bir takım şeyleri delil diye getirip koyarsanız şu anda bunu
mahkeme delil olarak kabul etmez. Ben delillerin yerini söylüyorum, bu delillerin yerini savcı bizzat gidip kendisi bulacaktır. En basiti ben diyorum ki mesela, "7.11.2009 tarihli
İstanbul özel yetkili mahkemesinin aldığı karardaki
telefonlar benim tarafımdan kullanılmaktadır, bu isim iki öğrenci adına
kayıtlıdır ama burada sahte isimlerle başka isimlerle karar alınmıştır ve dinleme amaçlıdır." Bunun gibi yüzlerce örnekler vardır. Ben kendi bildiğim delilleri söyledim, yeri gelir sorulursa, araştırılırsa fazlasıyla delil bulacakları kanaatindeyim…’ derken, polis aklı ile yargıyı nasıl yönlendirebileceğini, -daha önceden kendisinin yönlendirdiğinin örneklemini ile- ortaya koymaktadır. Olayı direk kendisiyle irtibatlandırması da, aslında yapıya karşı olduğu için değil, kendisinin sanki bir hatası / yanlışı / yüz kızartıcı bir davranışı ortaya çıkacakmış gibi, aceleci bir tavır mı sergilenmektedir? Gibi bir soruyu akıllara getirmektedir. Burada kendisine karşı kullanılmış olduğunu söylediği yöntem, sıradan istihbaratçıların bile uygulamada yaptıkları bir durumdur ve bu uygulamayı bütün teşkilata kendisinin öğrettiği bir sistemdir. Bu durumdaki
hukuksuzluk durumu, kesinlikle kendisinin emniyete hediyesidir. Edirne de belediye başkanına karşı ve oradaki Romenlere hediye edilen televizyon örneklemesinde ki somut olaylarda da Hanefi Avcı, hiç yargı sistemini bile kullanmadan, teknik takipler gerekli olduğuna inandığı için ve fakat yasal prosedür tamamlanmaksızın, bu durumu uygulayabilmiştir. Yine bir il emniyet müdürünün kendi üzerine kayıtlı olmayan, iki ayrı öğrenciye kayıtlı olan telefonları kullanmak istemesi de, gerçekten çok ciddi anlamda düşündürücüdür. Hanefi Avcı eğer emniyet ahlakı taşıyorsa, bu iki öğrencinin kim olduğunu, bu telefonu kime verdiğini ve hangi amaçla bu telefonu kullandığını kamuoyuna açıklamalıdır.
Ruşen Çakır: Bugün
Adalet Bakanı inceleme başlattıklarını ve gerekirse sizden delil isteyeceklerini söyledi. İsterlerse delilleri verecek misiniz yoksa burada bulursunuz, burada bulursunuz mu diyeceksiniz?
30. Hanefi Avcı: ‘…El