Başbakan Erdoğan ile Kanaltürk'te önceki
akşam uzun sayılabilecek bir program yaptık.
Gündemdeki birçok konuyu sorduk. Tabii ki notlarımız arasında çok soru vardı ama ağırlıklı olarak referandumu ve miting meydanlarını konuştuk.
Başbakan çarpıcı açıklamalar yaptı. Mesela muhalefetin rakamlar üzerinden senaryolar geliştirdiği bir dönemde "50 artı 1 yeterlidir. Önemli olan oran değil, sonuçtur" dedi ki bu ilginç bir yaklaşımdı.
Başbakan muhalefetin üslubuna ilişkin sorulara
cevap vermek istemedi. Birkaç cümle ile konuyu kapattı. Görünen o ki çok rahatsız. Özellikle de Kılıçdaroğlu'nun üslubundan.
Aslında çok da haksız değil. Başbakan Erdoğan'ı 'uzlaşmaz' olmakla itham eden muhalefet partileri sabahtan akşama kadar Erdoğan'ın şahsına
hakaret ediyor.
Öyle ki,
CHP lideri kavgada bile söylenmeyecek ne kadar söz varsa hepsini ve ısrarla söylüyor. Kalpazan diyor, soyguncu diyor, harami diyor vs.
Bu olaya bir de şu açıdan bakmakta fayda var;
iktidar ile muhalefet buluşamıyorsa bunda muhalefetin hiç mi suçu yok? Tamam Başbakan'ın üslubu bazen fazlaca Kasımpaşalı olabiliyor ama Başbakan'ı da böyle konuşmaya iten muhalefetin bu tavrı değil midir?
Erdoğan'ın referanduma yönelik rahatsızlıklarından birisi de muhalefetin söylemi. Başbakan'a göre 'paketle ilgisi olmayan bir dil' kullanıyorlar. 'Bilgi ve duygu kirliliği yapıyorlar' diyor.
Bu durum mitinglerde net olarak görülüyor. Çünkü 'bu paket Öcalan'ı serbest bırakmak için' çıkarılıyor ifadesinin pakette karşılığı yok. Hangi maddeyle bu olacak?
CHP liderinin '
yandaş yargı' oluşturmak için referanduma gidildiğini söylemesinin mantıklı bir izahı var mı? Öyle olsaydı
Anayasa Mahkemesi bu değişikliğe onay verir miydi?
Erdoğan'a özellikle yargı ve
terör konularında sorular yönelttik. Referandumun neden
evetle sonuçlanması gerektiğini anlatırken "Çeteler, paket geçerse biteceklerini biliyorlar" dedi. Bunun altını çizmek şart.
Yandaş yargı olayını en iyi CHP'nin bildiğini söyleyerek
Seyfi Oktay dönemine gönderme yaptı.
Son günlerin
tartışma konusu olan '
Hayır için Öcalan'a ihtiyacımız var' şeklindeki konuşmayı ise şaşırtıcı bulmadı. 'Başkaları da çıkabilir' diyerek ilginç bir imada bulundu.
En ilginç iması ise Kılıçdaroğlu'na oldu. Rakibini nasıl bulduğunu sorduğumuzda
adaylık sürecini hatırlatıp "Ben aday değilim demişti, 24 saat geçmeden aday oldu. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz" dedi.
Başbakan'ın en büyük tepkisi ise BDP'ye. Söylemleri ile eylemleri arasındaki çelişkiyi anlatıp 'dürüst olmaya' çağırdı.
Başbakan'ın "Vatandaşlarımdan paketi bir kez olsun okumalarını bekliyorum" sözü de dikkat çekiciydi.
Sık sık da "Milletim neyin ne olduğunu görüyor" dedi ki bu ifadeden sonra benim aklıma bu yılbaşında söylediği "Öyle şeyler yaşadık ki, Anlatsam
ülkem kaldırmaz" cümlesi geldi.
Aliya'nın vasiyeti
Türkiye'nin vefası
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ile
Bosna Hersek'teyiz. Bir buçuk ay önce de Başbakan Erdoğan ile gelmiştik. Sadece bu iki
seyahat bile Türkiye'nin Bosna'ya verdiği önemin bir göstergesi.
Kaldı ki
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun sayılamayacak kadar çok seyahati var buraya. Sivil
toplumun gayretleri ise cabası. Yani Türkiye her şeyiyle Bosna'nın yanında.
İşin politik ya da tarihi gerekçeleri bir yana, bu yakın ilginin tamamen
psikolojik bir nedeni de var.
Çünkü
Boşnaklar'ın efsanevi lideri rahmetli
Aliya İzzetbegoviç,
ölümünden bir gün önce Erdoğan'a 'Bosna'ya sahip çıkın' demişti.
İzzetbegoviç ölüm döşeğinde iken Başbakan Erdoğan programını değiştirip Saraybosna'da kendisini ziyaret etmişti.
Erdoğan bir buçuk ay önceki seyahatimizde o görüşmeyi anlatmıştı. Rahmetli İzzetbegoviç "Bosna'yı bırakmayın. Bu tarihi bir görevdir" demiş. Yani bir nevi vasiyette bulunmuş.
O yüzden gerek Başbakan gerekse de Gül, Bosna'yla yakından ilgili. Kaldı ki bu 'vasiyet' olmasa bile Bosna'yla hem ticari hem de
ekonomik gerekçelerle ilgilenmek şart.
Gül, tıpkı başka seyahatlerinde olduğu gibi bir
uçak dolusu iş adamı ile geldi Saraybosna'ya.
TUSKON'un organize ettiği iş adamları iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek için çaba sarf ediyor. Bu çaba aslında sadece ticari ilişkiler değil, iki toplum arasındaki bağları da güçlendiriyor. Boşnak işadamları, Türk misafirlerini evlerinde sahura davet ederek
jest yaptılar...
Bosna coğrafi olarak
küçük bir ülke ama siyasal sistemi karmakarışık ve dünyanın yarısı muhtelif organizasyonlar adı altında burada.
Açıkçası Dayton anlaşması da sorunları çözmek yerine üzerini örttüğü için köklü problemler buzdolabında bekliyor.
Gelecekte bir gün çatışmaların tekrar etmesi ihtimali ürkütüyor.
Bu noktada Davutoğlu'nun yoğun gayretlerini not etmek şart.
Bosna'da bir ay sonra
genel seçimler var. Bosna'nın geleceği için bu seçimler çok önemli. Böyle bir dönemde Gül'ün Bosna'ya gelişi siyaseten anlamlı.
Şurası kesin ki günün birinde kalıcı bir '
Balkan barışı' sağlanırsa bunda en büyük pay Türkiye ve Türk
sivil toplumunun olacak.