Referandum elbette sadece
referandumdan ibaret değil. Bugün, ana ekseni parti rekabeti üzerine inşa edilmiş bir anayasa değişikliği
tartışması yaşıyoruz.
Partiler "
evet"in veya "hayır"ın oy dengelerine etkisini
hesap etmeye ve bu hesaptan kârlı çıkmaya çalışıyor. Bu hesaplar on gün sonra yerine başka hesapların geçeceği ve unutulacağı yüzeysel zemini yansıtıyor. Basit ve kısa vadeli hasılalar. Diğer tarafta ise çok derinlere inen bambaşka bir veçhe duruyor. Referandumun 26 maddelik anayasa değişikliği olmanın ötesinde
demokrasinin özüne,
siyasetin varlık sebebine ve bizim birlikte yaşama değerlerimize dair köklü ve derin bir anlamı var.
Türkiye tarihinde ilk defa birlikte yaşamaya
kural getirme v
e devlet adı verdiğimiz kurumun
yetkilerini sınırlama adına bir referandum yapıyor. İlk defa
halk bu işi doğrudan kendisi yapıyor. 1808 Sened-i İttifak'tan beri birçok anayasal kural benimsendi. Tanzimat Fermanı temel haklara ilişkin bir
belge idi. 1856'da ilan edilen Islahat Fermanı, dinî özgürlükleri düzenleyen çok önemli bir belgeydi. 1876'da ilk defa derli toplu bir anayasa yapıldı. 1909 değişiklikleri ve bu anayasa üzerine ilave edilen 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1924
Anayasası ilk defa bir meclis eliyle yapılan düzenlemelerdi. 1961 ve 1982 anayasaları doğrudan darbecilerin emir ve talimatları ile hazırlandı ve biri 19 yıl yürürlükte kaldı, diğeri el'an devlet düzenini ve bizim temel haklarımızı
tayin ediyor.
1987 yılında yapılan referandumun bu tecrübe içinde iki açıdan farklı bir yeri oldu. Birincisi, temel siyasî haklar referandum konusu yapılamazdı. Bir kişinin siyasî haklarını bile çoğunluğun kararına göre tayin edemezsiniz. Bu referandum demokrasinin özüne aykırıydı. İkincisi, halkoylaması bir anayasal hükmü onaylamak veya kaldırmak yerine,
iktidar partisi ile muhalefet arasında bir seçime dönüştü.
12 Eylül'de karar vereceğimiz anayasa değişikliği kapsamlı bir değişiklik. Özellikle yargıyı ve askeri konu alan değişiklikler, Türkiye'nin anayasal düzenini köklü bir dönüşüme uğratacak. Kısaca, ilk defa halk, kendisi, doğrudan anayasa yapıyor. 200 yıllık anayasal gelenek içinde bir ilk yaşanıyor. Demokrasi tecrübemizin bu "ilk"le birlikte çok farklı bir mecrada yoluna devam edeceği ortada. Doğrudan bireysel haklarımızı, bu hakları ihlal edecek güçte olan devlet kurumlarının denetlenmesini konu alan çok kritik hükümler halkın onayına sunuluyor.
Demek ki bu referandum, bir anayasa değişikliği olmanın ötesinde bir demokrasi sınavı. Bizler kendimizi yönetme olgunluğuna sahip miyiz? Bizler, yetki devrettiğimiz, güvenliğimizden sorumlu tuttuğumuz ve
adalet dağıtmakla görevlendirdiğimiz kurumları demokrasi ve hukuk içinde tutacak iradeye ve güce sahip miyiz? Kendi kaderimizi kimsenin keyfine bırakmayacak inisiyatifi doğrudan alabiliyor muyuz?
Darbecilerin kendilerini güvenceleri için kaleme aldıkları anayasa kuralları yerine, bizler kendi geleceğimizi ve haklarımızı koruyacak anayasa kuralları koyabiliyor muyuz? İlk defa bize bu soru soruluyor. İlk defa biz kural koyuyoruz. İlk defa biz, kendimiz hakkında karar veriyoruz.
Referandum tartışma zeminlerinin bir siyasî panayıra dönüştürülmesi işte bu yüzden büyük haksızlık. Referandum üzerinden kısa vadeli hesapları görmeye kalkmak, demokrasiyi unutmak anlamına geliyor. Dar, kısır ve kişisel çekişmelere toplumun demokratik bilincini ve olgunluğunu feda etmek, demokrasiyi imkânsız hale getirmek demek. Bütün siyasî aktörlerin üzerine yuva yaptığı ağaca baltayı acımasızca indirmek, hepimize çok şey kaybettirir.
Referandum hesabını kişisel çekişmelere dökmek, 200 yılda ilk defa ele geçirdiğimiz bu fırsatı boşa harcamak ve çok şey kaybetmek demek. Ölçü, anayasa hükümleri ile sınırlı tartışmaları sürdürebilme becerisi olmalı. Siyaset konuşmuyoruz, siyaseti de gölgesi altında geliştirecek demokrasiye dair bir hüküm veriyoruz.
200 yılda ilk defa doğrudan bizler söz söylüyoruz.