Başbuğ'u ağlattılar


Eşi ve çocuklarından söz ederken duygularına hakim olamadı; sesi titredi, gözleri doldu, kelimeler boğazında düğümlendi. Neyse ki imdadına salondan yükselen alkış yetişti. Yoksa konuşmasının devamını getiremeyebilirdi. Türkiye ağlayan bir Genelkurmay başkanını ilk kez gördü. Onu ağlatan ailesi mi yoksa yaşadıkları mıydı anlaşılamadı. Her ikisi de olmalı... 'Kaderime ağlıyorum' dediğini duyar gibiyim. O ağlamasın da kim ağlasın... İki yıl hiç rahat yüzü görmedi. Her adımı tartışıldı, her sözü tepki çekti. 'Az konuşacağım' diyerek oturdu koltuğa. Ancak ne çektiyse dilinden çekti. Onun kadar söyledikleri tartışılan başka komutan gelmedi. Balıkesir'de parmağını sallayarak yüksek perdeden konuştu. Konuşmadı, bağırdı, gürledi... Ama yağmadı. Sert yüz ifadesi ve öfkeli ses tonuyla herkesin korkarak hizaya geçeceğini sandı ancak kimse tınmadı. Aksine 'İndir o parmağını general' manşeti atanlar oldu. Daha sert karşılık gördü. Pes etmedi, ders almadı. Trabzon'da savaş gemisinden mesaj vermeyi denedi. Herhalde geminin heybeti korkutur diye düşündü. Sabahın erken saatlerinde çıktı, bağırarak konuştu. Her hali ve sözüyle 'benden korkun' demeye çalıştı. Demokratik talepleri ne mesajın sertliği ne de savaş gemisi sindirebildi. 'İç kamuoyuna savaş gemisinden mesaj vermek ayıp olmuyor mu Paşa' itirazlarıyla karşılaştı. O halkın paralarıyla alınan gemiler milleti korkutmak için değil düşmanlarla savaşmak için... Yanlış yaptığını görmüş olmalı ki arkasını getirmedi. Savaş uçağı, denizaltı gibi farklı mekânlara yönelmedi. Aslında 'az konuşacağım' diyerek iyi başlamıştı. Filozoflara yaptığı referanslarla 'entelektüel paşa' havası yaymıştı. Bir konuşma sonrası bu sütunda kendisini 'akademik paşa' diye nitelemiştim. Huntington'dan, Montesquieu'den söz etmesi herkes gibi beni de umutlandırmıştı. Onun döneminde demokrasi, özgürlükler, sivil-asker ilişkileri Montesquieu'nun ülkesinin standartlarını yakalayabilirdi. Genelkurmay Başkanlığı bile Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanabilirdi. Huntington'u, Montesquieu'yu bu kadar önemseyen komutan Türkiye'yi Batı'ya yaklaştıracak reformlara önayak olabilirdi. Ama olmadı. Umutlar erken söndü. Entelektüel yanı kısa sürede kayboldu. Akademisyen paşa ilk karşılaştığı sınavda bocaladı, sorunların üstesinden gelemedi, emsallerini olağanüstü dönemlerde çok gördüğümüz sıradan örneklere dönüştü. Karargah'ta 'irtica eylem planı' adı altında hükümet partisini bitirmeye yönelik yasa dışı çalışma yapanlar oldu. Ne üzerine gitti ne de kendisini temize çıkarabildi. Ya altında neler olup bittiğinden habersizdi ya da içeriye başka dışarıya başka davrandı. Belgesi deşifre olunca kameraların karşısına çıktı ve 'Aslı yok, kâğıt parçası' dedi. İnandırıcılığını o gün yitirdi. Kimseyi ikna edemedi. Ondan beklenen, bu yasa dışı faaliyetin hesabını sormaktı. Tabii işin içinde değilse... Çok geçmeden gerçekler gün yüzüne çıktı. O belgenin kâğıt parçası olmadığı anlaşıldı. Toprağın altından TSK'ya ait patlayıcılar, el bombaları, silahlar fışkırdı. Eline aldığı LAW silahını göstererek 'Bu boru' dedi. O silahlardan Mustafa Dönmez adlı subay mahkûm oldu. Döneminden söz edilirken 'kâğıt parçası' ve 'boru' açıklamaları hep hatırlanacak. 50 yıla sayısız darbe sığdırmış bir ülke için bunlar sıradan olaylar değildi. Hukukla sınavında başarılı olamadı. Adaletin tecellisini engellemeye çalıştı. Yargıya yardımcı olmadı. Tarihin vicdanına karşı sorumluluğunu yerine getiremedi. Bir ülke darbecilerle hesaplaşırken o maalesef tarihin akışını kavrayamadı ve darbeye bulaşanları koruma duygusuyla hareket etti. Bırakın iki yılını, son YAŞ süreci hakkında hüküm vermeye yeter. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın rezervini bilmesine rağmen Hasan Iğsız'da inat etti. İstifa resti çekti, çeşitli oyunların içine girdi. Sonunda geri adım atmak zorunda kaldı. Olan istifaya zorladığı Atilla Işık'a oldu. Işık'ı bir daha gören olmadı, hiçbir törene de gelmedi. YAŞ sürecini yüzüne gözüne bulaştırdı. Ve iki yıl bitti. İlker Başbuğ dönemi sona erdi. Yaptıklarıyla söyledikleriyle hem kendisini hem de TSK'yı yıprattı. Sonunda ne darbecileri memnun edebildi ne darbeyle hesaplaşmak isteyenleri... Ne de arada gelenleri, araftakileri yani. Bir gelenek askıya alındı; madalyasız veda etti. Ağlayarak gitti. Umarım yerine gelen yaşananlardan ders çıkartır.
<< Önceki Haber Başbuğ'u ağlattılar Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER