"Taarruzun" sonrası


26 Ağustos 1922'de; Afyonkarahisar'ın güneyinden kuzeye doğru başlayan "Büyük Taarruz"; birkaç gün içinde olumlu görüntüleri sergilemeye başladı. Gerçekten; gece yürüyüşleriyle ordunun ağrılığını cephenin güneyine kaydırmak çok riskli bir harekâttı. Ama aynı derecede akılcı bir taktikti. Zira Yunanistan'ın "Küçük Asya" ya da kendi ifadelerine göre "İonya" ordusu; sayı ve teçhizat olarak Türk ordusundan daha geride değildi. Planın en büyük tehlikesi; cephenin kuzeyinin boşaltıldığını fark eden Yunanlılar'ın; Eskişehir üzerinden Ankara'ya doğru bir harekâta girişmeleriydi. Ancak bu asker kaydırmanın farkına varmayan Yunan Genelkurmayı; Türk saldırısının bu aks üzerinden olacağını tahmin ediyor ve ona göre konuşlanmış bulunuyorlardı. 26 Ağustos'ta; Türk topçusu Afyonkarahisar'ın güneyinden müthiş bir bombardımana başladığı zaman bile; Yunan kurmayları bunun bir "aldatmaca" olduğunu düşünüyor ve asıl saldırının Eskişehir'e doğru olacağını düşünüyorlardı. Ayrıca o bölgedeki tahkimatın çok güçlü olmasına güveniyorlardı. Ne derecede doğru olduğunu bilemeyiz ama bir İngiliz subayının bu tahkimatı gezdikten sonra "Eğer Türkler bu tahkimatı bir ayda geçerlerse bir günde geçtik diye övünebilirler" dediği bir rivayet olunur. Belki de bu rivayet doğrudur. Ama topçumuzun müthiş isabetli atışları ile bu tahkimat bir günde çökertildi. Ve piyadelerimiz açılan gedikten; hızla "akarak" Yunan ordusunu çembere almaya başladılar. Yunan kurmayları birkaç gün sonra ayıldılar. Asıl "aldatmacanın" cephenin kuzeyindeki saldırılar olduğunu ve çembere alınmakta olduklarını anlamışlardı. Fakat artık onlar için vakit çok geçti. Zira piyadelerin ardından süvari kolordusu da hızla harekete geçmiş ve çemberi kapatmıştı. X x x Büyük Taarruz'dan dört gün sonra; 30 Ağustos 1922'de çembere alınmış olan Yunan ordusuyla TBMM orduları, bir "meydan muhaberesi" yaptılar ve Yunan kuvvetlerinin önemli bir bölümü; ya imha edildi ya tutsak alındı. Çemberden kaçabilenler ise hızla İzmir'e doğru kaçmaya başladılar. Yunan ordusunda müthiş bir yönetim zaafı vardı. Özellikle "iletişim" konusunda son derece yetersizdiler. Düşünün ki; General Trikopis ordu kumandanlığına getirilmiş fakat haberdar olamamıştı. Bu haberi ancak esir düştükten sonra Batı cephesi kurmaylarından öğrenebilmişti. 30 Ağustos'ta gerçekleşen meydan muhaberesi; "Başkumandanlık Meydan Muharebesi" olarak isimlendirilir. Bir başka adı da "Dumlupınar Meydan Savaşı"dır. Bu savaş sonrasında cephenin Başkumandanı Mustafa Kemal; Fevzi Çakmak ve İsmet Paşa'yla birlikte Altıntaş yakınlarındaki bir köye "Çal Köy"e gittiler. Yarısı yanmış ve yanan bölümlerinden hâlâ duman tüten bir kağnı arabasının üzerine haritalarını açtılar ve savaşın sonuçlarının değerlendirmesini yaptılar. (Çal Köyü şimdi ufak bir kasabadır ve bundan 20 yıl kadar önce oraya gittiğimde; o kağnının korunmakta olduğunu büyük bir mutlulukla gözlemiştim. Umarım hâlâ korunuyordur.) Batı cephesinin kumandanlarının ve Mustafa Kemal'in saptamaları; savaşın kazanıldığı idi. Ve Mustafa Kemal o unutulmaz emrini dile getirdi: "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri..." x x x Büyük Taarruz'un başladığı; birkaç gün içinde bütün ülkede duyulmuştu. İstanbul basınının Anadolu'ya karşı olan bölümü; Taarruzun başarılı olmadığını dile getiren haberlerle doluydu. İzmir'de de taarruzun püskürtüldüğü ve Yunan Ordusu'nun Ankara'ya doğru harekete geçtiği konusunda rivayetler dolaşıyordu. Fakat kısa sürede işin doğrusu anlaşıldı. Batı Anadolu'nun Rum ahalisi; TBMM ordularının gelmekte olduğunu anlayınca, mallarını mülklerini bırakıp perişan bir halde kaçmaya başlamışlardı. Ve ilk göçmenler İzmir'e geldikleri zaman; işin rengi belli olmuştu. Zaten aynı dönemde Yunan ordusundan arta kalanlar da İzmir'e gelmeye başlamışlardı. Yunan ordusu Bozgun halinde İzmir'e doğru çekilirken; uygar bir ulusa ve uygar bir ulusun ordusuna asla yakışmayacak bir vahşet sergilemekteydi. Afyon, Kütahya, Uşak vb. gibi kentler yakılıp yıkılırken; yolları üzerindeki tüm köy ve kasabaları yağmalayarak geri çekiliyorlardı. Ellerine geçirdikleri kadınlara tecavüz ediyor; çocuk ve ihtiyarları bile katlediyorlardı. Benzer bir şeyin Bursa'ya da yapılabileceğinden endişe eden Ankara; İstanbul'daki işgal kuvvetleri kumandanlığına başvurarak; Afyon vb. kentlerimizde sergilenen vahşet Bursa'da da yaşanırsa gerek esirlerin ve gerekse Hristiyan halkın can güvenliğinin tehlikeye düşeceğini bildirdi. İstanbul'dan Bursa'ya gönderilen bir İngiliz askeri heyeti; gerçekten Bursa'yı da yakmak için tüm hazırlıkların yapıldığını saptadı ve engel oldu. Camilerin çevresine gaz tenekeleri depolanmıştı... İnanılmaz bir kovalamaca başlamıştı. Askerlerimiz uygulanan vahşeti gördükçe çılgına dönüyorlardı. Bir an evvel kaçan Yunan kuvvetlerini yakalamak ve bu vahşete engel olmak istiyorlardı. Ve sonunda; 9 Eylül'de süvarilerimiz İzmir'e girdiler. Bir gün sonra; İzmir'de büyük bir yangın çıktı. Kimi süper zekalılar farklı şeyler anlatıyor ama sırası gelince konuyu ele alacağım.
<< Önceki Haber "Taarruzun" sonrası Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER