Tecrübeli istihbaratçı Hanefi
Avcı, "Haliç'te Yaşayan Simonlar" kitabı ile herkesi şaşırttı.
"Bulunduğum noktaya nasıl geldim? Bu mucizeden de öte bir şeydi... Mademki herkesin kolayca gelemediği bu yere, mucize üstü bir şekilde savrulmuştum, olan ve olacak birçok olayın perde arkasını çok az da olsa görebiliyordum" diyor Avcı.
"Mucize" benzetmesi yerinde olmasa da, oldukça iddialı bir girizgâh...
Okur olarak, çok ciddi bulgu ve bilgileri paylaşmasını bekliyor insan ama nafile.
Avcı son dönemde Türkiye'de yaşanan neredeyse her olayın ardında "cemaat" olduğunu iddia ediyor.
Kendisi de bir dönem "cemaat" mensubu olmakla suçlanan ve bu nedenle
hedef seçilen birisi için anlamlandırılması çok zor iddialar bunlar.
Kendisi ve arkadaşlarının
kilit görevlerden uzaklaştırılmalarını da "cemaat"e
havale ediyor.
Ama kitabında görevden alınmadan önce "İçişleri Bakanı'nın oğlunu gözaltına almak isteğini" ve "başbakanın eşini tesadüfen dinlediğini" sıralıyor.
İsimlerini tek tek saydığı çeşitli suçlamalarla makamlarını kaybeden arkadaşları hakkındaki suçlamaları ise, "mutlak hüsnü zan" ile geçiştirmeye çalışıyor.
Bunu yaparken de "Dink Cinayeti"ndeki ihmali görmezden geliyor.
Hatta tarihleri karıştırıyor.
Görevden almaları o tarihte henüz başlamamış
Ergenekon soruşturması ile ilintilendiriyor.
Savcıların topladığı delilleri, hâkimlerin bunları davayı kabul etmek ya da tutuklamak için yeterli görmesini görmezden geliyor.
Adli Tıp,
TÜBİTAK, Jandarma ve Emniyet Kriminal'in doğruluğunu teyit ettiği
belge ve bulguları da yok hükmünde sayıyor.
Avcı, ısrarla "masum" olduğunu savunduğu
tutuklu arkadaşının dosyasında, sanıkların kendi adını da verdiğine hiç değinmiyor.
Onun yerine arkadaşının dinlemesini yapan ve ona haber vermeyen birimleri suçluyor.
Görevden alınmaları gerektiğini savunuyor.
Yakın arkadaşları ve kendisinin daha önce görev yaptığı birimler tarafından "dinlenme"ye takılmasına fazlaca içerlediği anlaşılıyor.
İstihbarat dünyası hakkında ilginç bir "dinlenmeme" hatırasına da yer veriyor.
Kendisini arayan bir şahısla görüşmek için hiç kullanılmamış
telefona sıfır
kart taktığını, o şahsın da resmi bir aracın plakasını değiştirerek şehir dışına çıktığı halde kendisini aradığını anlatıyor.
Hazırda bekleyen kullanılmamış telefon ve hazır kartlar ilgi
çekici...
Buna rağmen Avcı nasıl dinlenmiş olabilir?
Yasal bir takipte "tesadüfen" dinlemeye takılan ama kendisini fazlasıyla rahatsız eden bir konuşması mı söz konusu?
Susurluk çetesinin ifşasında önemli roller oynayan Avcı, her nedense Ergenekon çetesi ve
darbe planları konusunda da çok farklı düşünüyor.
Daha doğrusu, Ergenekon'u "cemaat" kurgusunun esiri haline getiriyor.
Avcı, deşifre olan cephanelikleri bile görmezden geliyor.
Bir adım daha atabilse, "silahları oraya polis gömdü", "LAW silahı değil
boru" ya da "belge değil kâğıt parçası" diyecek. Ama yutkunuyor...
Kurgu böyle olunca, Avcı, sadece Emniyet değil,
özel yetkili savcı ve hâkimlerin de "cemaat" kontrolünde olduğunu ileri sürüyor.
Sonra da
Seyfi Oktay yönlendirmesiyle HSYK'nın yapmayı dilediği ama son krizle yapamadığı şeyi öneriyor; "Hepsini değiştirin..."
Tecrübeli istihbaratçı, bununla da yetinmiyor.
Kendisi ve arkadaşlarının daha önce başında bulunduğu istihbarat toplama yetkisine sahip birimlere de
operasyon yapılmasını talep ediyor.
Kitap bu yönüyle de bir nevi "
öfke" ürünü izlenimi veriyor.
Ama birkaç kişiyi değil, toptan cemaati ve hükümeti hedef aldığı açık.
Zamanlama olarak
referandum öncesine denk getirilmesi de dikkat çekici.
30 yılı aşkın devlet tecrübesi olan istihbaratçı bir bürokrata bu kitap yakışıyor mu?
Doğrusu hayal kırıklığına uğradım. Üzgünüm ama kitapta "mucize" değil belki "illüzyon" var.
Avcı Susurluk ve 28 Şubat'ta edindiği yüksek itibarı, kamuoyuna mal olan gerçekleri yok sayan, mesnetsiz iddialara dayalı bu eseri ile aşağı çekiyor.