Anketlerdeki bâriz üstünlüğe bakıp hayırcı cepheyi küçümsememek lazım.
Şimdiye kadar tezim, sadece değişiklik paketindeki maddelerin sağlamlığına dayanan bir iyimserlikti; "Böyle makul ve demokratikleştirici değişim hamlesinin kabul görmesi, suyun alçağa akmasını andırır tabii bir şeydir" diye düşünüyordum. Anketler de aynı eğilimi teyid edince "tamam" dedim içimden, "Oylama tarihine kadar evetler daha da artar, hayırlar daha azalır."
Bu tehlikeli bir iyimserlik, bir nevi yanlış
hesap; zira bu hesap, hayırcıların, aslında mâkul, demokrat, memleketçi adamlar olduğu varsayımına dayanıyor; şüphesiz büyük kitlesi öyle fakat hayırcı cepheyi yönlendirenler öyle düşünmüyorlar.
Onlar 12 Eylül'ü, "böyle gelmiş böyle gider"
sisteminin müdafaası olarak görüyorlar. Statükonun devamına can bağlamışlar âdeta.
HSYK Başkan vekilinin dünkü açıklamasını okuyunca, nasıl canhıraş, nasıl gözü kara bir hamle ile "
Hayır"a asıldıklarını farkedip ürktüm. Bu
referandum hayırcılar için demokratik bir
oylama değil
ölüm-kalım meselesi olmuş; öyle algılıyor, öyle görüyorlar. Hayır oylarının galebe ettiği an, bütün cephelerde kesin bir
zafer kazanmış olmanın sevinciyle delirecekler adetâ. Bütün variyetini masada
taksit taksit kaybeden iflâhsız bir kumarbazın, rakibini "son bir el"e razı etmesini andırıyor bu durum.
-Son bir el daha; ben kazanırsam kaybettiklerimi geri alırım; sen kazanırsan herşeye sahip olacaksın!
Referandumun artık dramatik bir anlamı var ve hayırcı cephe zannedilenden daha güçlü, çünkü görünürdeki hayırcı siyasi parti ve STK'lara ilaveten neredeyse sistemden beslenen bütün devlet cihazı hayırcı; ordu üst yönetimi hayırcı,
yüksek yargı hayırcı, yüksek
bürokrasi hayırcı. On beş bin küsür yargısız infazın karar vericisi, uygulayıcısı, savunucusu da hayırcı olmak zorunda. Darbeciler,
darbe severler, darbeden söz edildiğinde yüzümüze garip garip bakarak "Ne darbe mi;
Türkiye'de hiç darbe oldu mu kuzum, neden bahsediyorsunuz siz?" diye saf rolüne soyunanlar hayırcı olmak zorunda; Bitmedi, TKP, BDP,
PKK, aynı mekânda
CHP, MHP,
Cindoruk,
Demirel, hatta Alevilerin oyunu cebinde zanneden Balkız ve emsâlinin de bulunduğuna aldırış etmeden nedense pek "hayırhâh" bir çizgide yan yana geliverdiler. Çok net ve açık bir tablo bu ama nedense, "Bu
tren nereye gider
arkadaş" diye sormak kimsenin aklına gelmiyor!
Ortak yanları yokmuş gibi görünüyor ama var; değişimden, şeffaflıktan, denetimden, çoğulculuk ve çok renklilikten nefret ediyorlar. Onlar statüden besleniyorlar; avantajları şu: Hiçbir şey yapmak zorunda değiller, hayırlar sayıca bir fazla çıkınca solukları feraha erişecek. Sadece hayır diyerek ve dedirterek statükoyu korumuş olacaklar. Geride olduklarını bilmek hırçınlaştırıyor hayırcı takımını, bu haftanın şapkadan çıkan tavşanı bir polis müdürünün ifşaatıydı, önümüzdeki hafta daha esaslı bir numara bekleniyor.
Sıradan, saf ve etrafında ne olup bittiğini farketmeden sırf "Tayyip"e duyduğu nefret ve hükümete karşı hissettiği "gıcıklık" sebebiyle hayır demeye hazırlanan yurttaşların yüreğini ferahlatacak bir şey söyleyeyim: Evetler kazanırsa, -ki kazanacak-, hayırcılar önemli bir şey kaybetmiş olmayacaklar çünkü, evetçiler attıkları temelin üstüne inşaat yapmak, kat çıkmak, tesisat döşemek, imar ruhsatı almak, kısaca yine çalışmak bir şey üretmek zorundalar. Hayırcılar ise, tek hayırla bütün inşaat sürecini sabote edebilecekleri için avantajlılar; çünkü insanın tabiatındaki aksiliğe sesleniyor onlar, "İstemezükçülük"ün dayanılmaz hafifliğine, artık milli huyumuz haline gelen, "Ben var ya ben; seni burdan geçirmem" dayılanmasının gururu yelpazeleyici kısmına hitab ediyorlar.
Lakin yağma yok; iş inada bindi şimdi. Biz bu inşaatı yapacağız; sistem rantçılarına galebe edeceğiz inşallah. Elimiz taşın altındadır ve taşı taşın üstüne koyacağız. Türkiye kazanacak!