Başbakan Erdoğan AKP Kongresi’nde yaptığı konuşmada Türkiye’nin değerlerini sıralarken Ahmet Yesevi,
Hacı Bektaş-ı
Veli, Pir Sultan, Hacı
Bayram Veli,
Yunus Emre,
Mevlana, Tatyos Efendi, Cem
Karaca,
Ahmet Kaya, Mehmet Akif, Nâzım Hikmet, Ahmedi
Hani, Said-i Nursi’nin yanısıra
Alevi türkücü
Sabahat Akkiraz’ın adını da anmıştı. Adının geçmesinden hoşnut olan Sabahat Akkiraz, Akşam muhabirinin “Son seçimde oyunuzu kime verdiniz” sorusuna da şöyle
cevap vermişti:
“Ben aileden sosyal demokratım. Osmanlı’nın baskısı
Cumhuriyet’le sona erdi ve Aleviler nefes aldı. O yüzden Atatürk’e
vefa borcumuz vardır.
CHP bizi dinler, dinlemez. Ama bizim oyumuz CHP’yedir. Başbakan’ın siyasi fikri bana uzaktır, Deniz Baykal’ın yakındır ama o hiç beni konuşmaz bile.” (5
Ekim 2009).
Bu sözler, bence CHP’ye karşı bir karşılıksız aşkı ve tam teslimiyet duygusunu ifade ediyordu. CHP bakımından, Sn. Akkiraz gibi düşünen Alevilerin oyları “çantada
keklik” sayılıyor, herhalde.
Perşembe akşamı, CNNTürk’teki programda
Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Başkanı Ali Balkız da 12
Eylül referandumunda HAYIR oyu vereceklerini ifade etti. Alevi
örgütlerinin
çatı örgütü olan ABF’ye bağlı 21 merkezî örgüt bulunuyor ve bunların yaklaşık 200.000 üyesi olduğu söyleniyor. Tabii, kaç kişi Sn. Balkız’ın tavsiyeleri doğrultusunda oy kullanır, o ayrı bir mesele...
Kendisine neden HAYIR oyu kullanacakları sorulduğunda, Ali Balkız tasarıda okullardaki mecburi din derslerinin kalkması ile ilgili bir madde bulunmadığını, ayrıca
HSYK’nın kompozisyonunun değişmesi ile AKP’ye
yandaş bir yargı ortaya çıkacağını ifade etti.
Aynı gün, HSYK’nın bir son dakika golü atarak
Ergenekon Savcısı
Zekeriya Öz’ü görevden almaya çalıştığını öğrenmiştik.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in müdahalesi ile savcılar yerlerinde kalmıştı. Ali Balkız’ı dinlerken birden isminin Ergenekon iddianamesinde geçtiğini hatırladım. Biraz
arşiv karıştırdım. Savcı
Zekeriya Öz ile olan görüşmesinden sonra, bakın Ali Balkız neler demiş:
“Ergenekon Terör Örgütü’nün kendisine yönelik
suikast planı ortaya çıkan ABF Başkanı Balkız, 15 gün önce Savcı Zekeriya Öz ile görüşmesinde, bu planları görünce kanının donduğunu söyledi... Adalete güvenmek gerektiğini belirten Balkız, belgeleri görünce yaşadığı dehşeti şöyle anlattı: Belgelerde evimin fotoğraflarını, krokisini, geliş-gidiş yollarımı, görevlendirilmiş dokuz kişiyi, kimin
patlayıcı temin edeceği, kimin düzenek yerleştireceği, kimin patlatacağı gibi bir düzenek gördüm. O anda aklıma Uğur
Mumcu,
Hablemitoğlu ve Bahriye Üçok’un karanlık güçler tarafından katledilişi geldi” (Zaman, 10
Mart 2009)
Anlaşılan, Ali Balkız namlunun ucunda imiş! Savcı Zekeriya Öz’ün çabaları olmasa bir suikasta maruz kalabilirmiş. Bütün bunları hatırladıktan sonra içim karardı.
Neden mi karardı? Hemen söyleyeyim: İnsan, bu durumda kaçınılmaz olarak kendisini Ali Balkız’ın yerine koyuyor. Benim için böyle bir plan olduğu ortaya çıksa, bunu ortaya çıkaran –ve bir anlamda hayatımı kurtaran (!)- savcıya karşı kendimi borçlu hissederdim diye düşündüm. O savcıyı görevden almak için HSYK’nın manevralarına
isyan ederdim herhalde. Sn. Balkız, hayatını borçlu olduğu Zekeriya Öz’ün HSYK tarafından görevden alınmasına karşı çıkmadığı gibi, HSYK’nın bu hâliyle kalması için televizyonlarda
kampanya yapıyor!
Lütfen, beni yanlış anlamayın. Sn. Balkız’ı nankörlükle suçluyor değilim! Kendisine sorsak, Savcı Öz’e karşı şükranlarını ifade edeceğinden eminim. Ama Sn. Balkız’ın kendisini daha çok bağlı hissettiği bazı yapılar ve değerler var. “Nedir bunlar?” diye düşünürken, cevabı Star’dan
Ahmet Kekeç’in yazısında buldum.
Geçenlerde
Kemal Kılıçdaroğlu ile Ahmet Kekeç telefonda konuşmuşlar. Konu,
Onur Öymen’in
Dersim ile ilgili sözlerine gelmiş. Ahmet Kekeç, Dersimli Kılıçdaroğlu’ya Öymen’e neden daha sert tepki göstermediğini ve Dersim’de yaşananları benimseyip benimsemediğini sormuş. Kılıçdaroğlu’nun cevabı şöyle: “Devrimin koşulları içinde böyle şeyleri olağan karşılamak lazım diyorum... Keşke hiç olmasaydı, ama oldu!” (19 ağustos).
Evet, burada devrimin koşulları lafının altını çizmeli. Bu terim, her türlü rezilliğin ve pisliğin üstünü örtebilir. Artık, Sabahat Akkiraz ve Ali Balkız gibilerin Kemalist devlete ve CHP’ye duyduğu karşılıksız aşkı daha iyi anlıyorum. “Neden karşılıksız aşk” diye sormayın. İki taraf da birbirini sevseydi, Sıvas’ta
Madımak Otel’de 37 kişinin diri diri yanmasına izin verilir miydi?
Madımak felaketinden yıllar sonra, gazeteci Oral Çalışlar dönemin
Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye neden gözü dönmüş kalabalıklara zamanında müdahale edilmediğini sorar. Erdal Bey’in cevabı şöyle: “Bir MİT yetkilisine ben de ‘neden geç kalındı’ sorusunu sordum. Bana, ‘bazen bazı kuvvetlerin gazını almak için olayların gelişmesi kendi haline bırakılır’ şeklinde bir cevap vermişti” (Cumhuriyet, 2
Kasım 2007). Muhakkak MİT yetkilisi de “devrimin koşullarını” düşünmüştür. Değil mi, efendim?