Nutkum tutuldu, kusuruma bakmayın


Yıllar önce yaşadığım tam bir utanç duygusuydu. Dönemin YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç'in gençliğiyle ilgili edindiğim bilgilerdi beni utandıran... Dün, Zaman'da Mustafa Ünal'dan 'Balyoz davasının 1 numaralı sanığı' Org. Çetin Doğan'ın hafızlar çıkaran bir ailenin ferdi olduğunu okuduğumda benzer bir duyguyu yaşadım. Çetin Doğan güncelliği sebebiyle daha önemli, ama, yine de önce Prof. Teziç'in öyküsü... Erdoğan Teziç 12 Eylül (1980) askeri müdahalesinin ülkemize armağanı YÖK'ün başına gelmiş en cerbezeli başkandı. Yaptığı konuşmalar, alınmasında katkıda bulunduğu kararlar yüzünden bizim çevrelerde sevilmediği biliniyor. Prof. Ahmet Yüksel Özemre, İstanbul Üniversitesi'nin rektör yardımcısı hakkında başlatılan akla hayale sığmaz soruşturma üzerine kaleme aldığı mektupta farklı bir Erdoğan Teziç tanıklığı sunuverdi... İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Şafak Ural 1983'te katıldığı 'Bilgi, Bilim ve İslâm' başlıklı panelde konuşulanların yıllar sonra kitaplaştırılmasında 'editör' olarak görev almış (Kitapta 'editör' olarak başka iki bilim insanının adı geçiyor, ama olsun. TK). Kitabın önsözünde "İlmin menşei Allah'tır" diye bir cümle varmış... Bir yerinde, periyodik cetvelin Ebced hesabıyla yeniden adlandırılması teklif ediliyormuş... Prof. Teziç, kitabı, 'Anayasanın başlangıç bölümündeki lâiklikle ilgili vurguya aykırı' ve en önemlisi de 'Fethullahçı' bulduğu için soruşturma açmış... 1983'te 'Fethullahçılık' mı varmış? Prof. Ahmet Yüksel Özemre'nin devreye girmesinin sebebi, olayın her iki kahramanını da tanıması: Rektör Yardımcısı Prof. Şafak Ural'ın doktora hocasıymış, Prof. Erdoğan Teziç'in de Mekteb-i Sultani'den arkadaşı... Önemli olan, Teziç hakkında bir mektup yalınlığıyla yazdıklarıydı. Okuyalım: "Gerçekten de Galatasarayı Mekteb-i Sultânîsi mezunları bizler, birbirimizi iyi tanırız.: 1) Siz de hâfız ve hacı bir babanın, merhûm rif Teziç beyin oğlusunuz; bende hâfız ve hacı bir babanın, merhûm Nûrullah Özemre'nin oğluyum. 2) Ben de Üsküdar'da bâzı yaşıtlarımla birlikte bir hoca hanımdan –merhûm Ulviye hanımdan– İsmet İnönü'nün baskı döneminde bu gibi faaliyetler için alınması gereken tedbirlere ve gizliliğe titizlikle riâyet ederek, eski yazı ve Kur'ân öğrenirken siz de gene aynı dönemde bâzı yaşıtlarınızla birlikte Fâtih'de Mesihpaşa Câmii imâmı merhûm Mehmet Selim Eryavuz Hocaefendiden (1881-17 Mayıs 1960) eski yazı ve Kur'ân öğrenmekteydiniz. 3) Siz Fâtih'de Mesihpaşa Câmii'nde [merhûm Prof. Dr. Târık Zafer Tunaya'dan (1916-1991) erişen ama doğruluğunu maalesef tesbit edememiş olduğum bir rivâyete göre] ezan okurken benim de Üsküdar'da Ayazma Câmii'nde birkaç kere ezan okumuşluğum vardır." Düşünün bendeki hicap duygusunun derinliğini: Tek parti döneminde hafız babası tarafından üzerine titrenen, dinî bilgileri gizlice alması sağlanan bir genç, yıllar sonra YÖK'ün başına geçiyor ve babasının temsil ettiği görüşü kıyasıya yargılıyor... Zaman'dan Mustafa Ünal'ın dünkü yazısı da beni benzer hislerle doldurdu. Mustafa Balıkesirli'dir ve memleketiyle ilgisi olağanüstü yakındır. Her yıl bu zamanlarda uğrar Balıkesir'e ve mutlaka bir heybe dolusu memleket öyküsüyle döner. Bu defaki öyküsü 'Balyoz davasının 1 numaralı sanığı' hemşehrisi Org. Çetin Doğan'la ilgiliydi. Çetin Doğan'ın kardeş çocuğu Fahri Doğan şimdilerde kitapçılık yapıyormuş... O da amcaoğlu gibi emekliymiş aslında... Küçük dükkânı Zağnos Paşa Camii'ne bitişikmiş... Zaten 'Kitapçı Fahri Bey' hafızmış; dükkânının üstünde 'Zağnos Paşa Dinî Kitabevi' yazıyormuş... Şaşırdınız, değil mi? Mustafa Ünal, hemşehrisi Çetin Paşa'nın ailesiyle ilgili bilgileri geçtiğimiz yıllarda da verdiği için ben şaşırmadım. Fakat Hafız Fahri Bey'in ağzından verdiği şu bilgiler beni yine de derin derin düşündürdü: "Çetin'in annesi erken öldü. Kardeş gibiydik, beraber büyüdük. Ben hafızlık için Kur'an kursuna gittim, o ise askerî okula. Babası amcam astsubaydı. Çok dindar bir adamdı. Okul Çetin'in her şeyi oldu. Giderek daha az uğramaya başladı. Eğer köyde kalsaydı herhalde o da benim gibi hafız olurdu." Köyde kalsaydı hafız olabilecek çocuk askerî okula gidiyor ve dinî kitaplar satarak geçirebileceği emeklilik günlerinde, içinde 'cami bombalama' gibi ithamlar da yer alan bir iddianameye muhatap oluyor... Ne şaşırtıcı bir kader... Adı 'Karargâh Evleri' dosyasıyla duyulan ve şimdilerde 403 yıla kadar hapis cezası öngörülen bir davanın sanığı Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok da Hafız Fahri'nin ablasının oğluymuş... Daha ne diyeyim ben?
<< Önceki Haber Nutkum tutuldu, kusuruma bakmayın Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER